DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Anlatımlar Anlamsız

Sesli Dinle

“Olgun elma yere düşer, başka olasılık yoktur” sözünde anlatıldığı üzere, bilgi olgunlaşmaya, olgunluk doygunluğa, doygunluk ise gelecek korkusu yerine şükre meyil ettiriyor insanı.

Anlatımlar Anlamsız
12.07.2021
5.318
A+
A-

Selam olsun bizlere kulak veren siz dostlara. Yaşam denilen serüven devam ettikçe yeni şeyler öğrenme hali de sürüyor. Yayınlanan yazılarım sonrası geri dönüşler olarak değerlendirdiğim ve önem verdiğim yorumlar yeni şeyler öğrenmeme, bazı bilinenleri hatırlamama sebep oluyor. Buna kaynak olan okurlarıma, dostlarıma teşekkür etmemek olmaz.

Yazımın başlığını açayım siz sırdaşlarıma. Malumunuz  “Anlattığın şeyin önemi yok, anlaşılan önemli denir.” Doğruluğunu tekrar tekrar gördüğüm bir söz.

Siyaset ve siyasetçiler hakkında yazdığım yazılar sonrası iki tepki alıyorum. Birincisi siyasetçileri akladığım, ikincisi taraf tutmadan eleştirdiğim şeklinde.

Oysaki kendi dünyamda siyasetçileri akladığımı değil aksine halk nazarında itibarı zedelenmiş, istisnai haller dışında siyasetin veya siyaset kanalıyla edinilen unvanların gönüllerde hükümsüzlüğünü ifade ettiğimi sanıyordum.

Tarafsız olmanın ayrıcalık olduğunu ya da gerçekçilik üzere adaletten, hakkaniyetten yana taraf olduğumuzu anlatmaya çalışırken, tarafsız olmak sebebiyle yalnız kalacağımız, zor anlarda yanımızda bir dost eli bulamayacağımız uyarılarını aldım. Çok şükür ki hal böyle değil.

“Esasa Doğru” başlıklı yazımdan sonra kimi dostlar arayarak yazımda ismi geçen kişinin borcu hakkında detaylı bilgi istediler, bazı dostlarda ödemeyi teklif ettiler. Yazımda ki anlatımın tam tersine bir anlayış hali.

“Yolsuzluk Teşviki” başlıklı yazım sonrası ise kimi dostlar maliyet hesabına şaşırmıştı, kimi dostlar ise siyasetçilerin yolsuzluğunu akladığım hissiyle sitem etmişti. Yine anlatımımın aksine bir anlayış.

“Tıkanan Strateji” başlıklı yazımda kimileri “bu vatanın eğitimli, devletine, milletine sevdalı evlatlarını görmezsek aldanırız, aldatılırız.” Sözünün sahibini merak ederken, “Kafa Karışıklığı” yazımda ki sac yatağın bilgisini veren isme odaklanmıştı.

“Hafıza Güncellemesi” başlıklı yazımda ki konukları merak edenlerde olmadı değil. Beni tanıyanlar bilir ki unutkanlık gibi bir sorunum var, isimleri aklımda tutamıyorum, ne yapsak nafile.

İşte bu yüzden çayı demli ihtiyarında çayını benim vesilemle içmek zor.

Yaşantımda izlediğim bir yol var. Görevden el çekmiş, köşesine çekilmiş siyasetçileri, iş insanlarını, dernek, vakıf başkanlarını, bürokratları ziyaret etmeyi severim. Bana göre onlar en gerçek bilgi kaynaklarıdır. Onlarla sohbetlerimde mutlak sorduğum ve cevabını duymak istediğim soru; Keşke’leridir. Bu sorunun cevabı çok şey öğretir insana.

Hasılı olguya değil, olaylara veya kişilere takılan dostlara “Genel Eksiklik S.S.D.” başlıklı yazımı tavsiye ediyorum.

Vaktiyle bir siyasi partinin genel başkanını ziyaret etmiştim. Hukumuza binaen, isim vermeden bir bölgede ki parti teşkilatının nahoş işlerini anlatmış, durumu hainlik olarak tanımlamıştım. Sayın Genel Başkan’ın cevabı düşündürücü olmuştu. Kendisi “Ülke nüfusunda, camiamız olduğunu söyleyen insan sayısına ve seçim sonuçlarına bakıldığında görülecek olan aradaki uçurum ne anlama geliyor?” diyerek, teşkilat yapısına getirmişti konuyu. “Hainlik bir bölgeye değil teşkilatın yarısına nüksetmiş olmasa, baraj derdimizin ötesinde iktidarı zorlayan mutlak parti olmaz mıyız?” Diye de sormuştu. İşte bu yüzden “Yalnızlar Kervanı” başlıklı yazımı kaleme almıştım.

Kendi dünyamızda hepimiz her daim haklıyızdır, doğruyuzdur. Bilgili, işinin hakkını veren, hak yemeyen insanlarızdır değil mi? Cennete girmek bir yana Peygamberlere komşu olması gereken insanızdır. İşte nefsimizin bizleri inandırdığı en büyük yanılgı. “Sorumluluk, suçlamanın bittiği yerde başlar.” Sözüyle uyuşmayan bir mantık.

Yakın tarihlerde şirketeler gurubu sahibi bir dostumuzla görüşmemiz oldu. Ortak dostumuzun da isteğiyle güzel bir teklif aldım.

Şirket merkezinde eğitimlerime ve uzmanlık branşlarıma uygun, ihtiyaç duyulan alanda Genel Müdür Yardımcılığı teklifi kulağa hoş geliyordu.

KVK kapsamında İnsan Kaynakları, İş Sağlığı ve Güvenliği Koordinatörlüğü ve Basın, Tanıtım, Halkla İlişkiler Direktörlüğünün bağlı olacağı bir Genel Müdür Yardımcılığı, etki ve yetki alanı oldukça yoğun olacaktı. Sayın Genel Müdür’de benimle çalışmak istemiş. Onur duydum, mutlu oldum.

Fakat asıl konu farklıydı. Beni tanıyan dostlar olgu mantığıyla, sistem odaklı çalıştığımı bilirler. Beklentilerin içinde en önemli başlık, Türkiye genelinde birçok farklı yerde bulunan çalışma noktalarında yaşanan kayıpların engellenmesiydi. Kayıptan kasıt, bazı personellerin şirket demirbaşlarını kayıtlardan çıkarması, kibarlığı bırakırsak hırsızlık olaylarının artmasıydı. Şirket sahibi bu konuda çok sinirliydi. Sadece maddi değerleri olan mallarının değil itibarının da çalındığını söylüyordu.

Aksilik bu ya, “Hırsızlık nedir?” Sorusunu sormuş bulundum. Sorumu cevaplayan işveren adayım, aynı soruyu bana yöneltti. Verdiğim cevap sonrasında yaşanan sessizliği yine kendisi bozdu ve sizin tarifinize göre bende hırsızım dedi.

Her ne kadar ben kendi anlayışımı ifade etmiş olsam da görüşme sırasında hemen işe başlamamı isteyen işveren adayımdan düşünmem, karar verebilmem için, 3 günün sonunda beni aramalarını istememle toplantımız sonlandı. Aradan yıl geçti halen telefonum çalmadı. Bu konuda hatır koyarak şirketle çalışmamı isteyen dostum; “Abi seni anlamak gerçekten zor.” Dedi. Sanırım hırsızlığın son bulmasını, hırsızların yakalanmasını, gerekli yasal işlemlerin yapılmasını isteyen firma sahibi tarifim sonrası kendisini iyi hissetmemişti, ortağı olan nefis ise bana referans olmamıştı.

Yine yakın tarihlerde sorun çözüm ve gelişim alanında benden danışmanlık isteyen birçok alanda faaliyeti bulunan bir şirket yetkilisinin yemek davetine icabet ettim, hatırlarını kıramadığım dostlar sebebiyle.

Şirket sahibinin aynı zamanda bir kamu kurumunda görevli, devlet memuru olduğunu da o sırada öğrendim. Beytül mal dediğimiz hazine bütçesinden hizmet karşılığı ücret alan, maaş alan kimselerin farklı mesailerde olması onlarla birlikte olanları o vebale ortak kılmaz mıydı? Bu konuda da prensiplerim vardı. O teklifi de değerlendiremedim.

“Olgun elma yere düşer, başka olasılık yoktur” sözünde anlatıldığı üzere, bilgi olgunlaşmaya, olgunluk doygunluğa, doygunluk ise gelecek korkusu yerine şükre meyil ettiriyor insanı.

Yaşantımı ikame edebilmem için zorunlu olan kazanç kapılarımı tıkadığımı söyleyen dostlarıma cevap vermem gerekiyordu. “Ürünlerin garantisine güvendiğimizin yarısı kadar, Yaratıcının, her bir yarattığına rızık dahil verdiği garantilere güvendiğimizde hiçbir tıkanıklık sorun olmuyor.” Bu sözümle birlikte de yeni bir teklif aldım. Bir dergâh kuralım, zaten en az maliyetle en çok kazanç din sektöründe dedi dostlar.

Sizlere birkaç tavsiyem olacak, ben beğendim ve üzerinde düşündüm, sizde beğenirsiniz diye inanıyorum.

Ahmet Çirkin’ in “Sosyal Değerleri Kullanmak”, Cüneyt Atila’nın “Dünyanın En Eski Yemeği”, “Ayağa Kalktı” ve “Arabica’lar Bahane”, Sedanur Kül’ ün “Ya Mutluysak”, Hanifi Aktaş’ın “Bir Kurumsallaşma Sorunu” başlıklı yazı dizisine vakit ayırmanız keyifli olacaktır. Ben gibi okumakta zorlananlar için arabada, otobüste, durakta, yatakta dinleme imkanı da mevcut.

Bu arada iş konusunda sanırım benim de bir danışmana ihtiyacım var.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.