DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Daralan Çember …

Sesli Dinle

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu bir kitap için yaptığı söyleşide, Türkiye’nin yaşadığı zorlu günleri; ‘Koca ülkeye sığmayan biz farklı görüşteki ölen, öldüren insanlar, bir gün 2 m2 hücrelere sığdırılmıştık’ şeklinde bir cümle kullanmıştı.

Daralan Çember …
05.10.2020
7.932
A+
A-

Olaylar değişiyor, kişiler değişiyor, fakat olgu ve mantık değişmiyor. Belirlenmiş kurallarla yani ahlaki, insani, manevi ve hukuki değerlerle, belki kültür ve örf duyarlılığıyla da harmanlanan, çoğunluğun katılımı ve toplumun tamamını bağlayan yaşam şeklimiz.

Gelişen, değişen, kimi konularda asimile olan yaşam şekillerimiz artılarla ve eksilerle sürekli güncelleniyor.

Bir hikâyenin özeti ile örneklendirelim.

Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, üç genç gelir. “Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü, ne gerekiyorsa yerine getirin.” derler.

Hz. Ömer, suçlanan gence dönerek sorar ‘doğrumu?’ diye, Suçlanan genç ‘Evet doğru der’ ve yaşanan olayı anlatır.

Hz. Ömer, İtirafla sabit olan suç için kısas yani ölüm cezası verir.

Suçlu genç söz ister, “Ben memleketinde zengin bir insanım, babam rahmetli olmadan, bana epey bir altın bıraktı. Gelirken, kardeşim küçük olduğu için altınları saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakki zayi olur, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum” der.

Hz. Ömer “Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki? diye sorar, genç adam, ortamdan rastgele seçtiği kişiyi göstererek “Bu zat benim yerime kalır” der.  Zatın “Evet, ben kefilim” sözü üzerine genç adam serbest bırakılır.

Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzeredir ama gençten bir haber yoktur. Şehrin ileri gelenleri Hz. Ömer’e, gencin gelmeyeceği, dolayısıyla kefile verilecek idam cezası yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat şikayetçi gençler razı olmaz. Hz. Ömer adaleti uygulamakta, kefil kişi sözünü tutmakta kararlıdır.

Bu arada sanık genç gelir. Hz. Ömer gence dönerek, gelmeme imkânın vardı, neden geldin? diye sorar. Genç (günümüz insani için belki de pek de önemli olmayan) ‘Ahde Vefasızlık Etti’ demeyesiniz diye geldim der.

Hz. Ömer kefile döner, ‘sen bu delikanlıyı tanımıyorsun. Nasıl oldu da onun yerine kefil oldun’ diye sorar.

Kefil “Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. ‘İnsanlık Öldü’ dedirtmemek için kabul ettim” der.

Şikayetçi gençler ise “Biz bu davadan vazgeçiyoruz.” derler.  Hz. Ömer daha önce şikayetlerinde ısrar eden gençlere neden vazgeçtiklerini sorar.  Gençlerin yanıtı Merhametli İnsan Kalmadıdemeyesiniz olur.

Şimdi kendimize torpil yapalım, öncelik verelim. İğneyi kendimize batıralım ki çuvaldıza sıra gelsin.

Hepimizin çok iyi bilmesine rağmen hayata geçiremediğimiz gerçekler var. Yöneticiler koltuklarında kalmak ister. Bürokratlar daima görevde kalmak mümkünse sürekli yükselmek ister. İş insanlarımız daima kar etmek ister. Vatandaşımız kolaycılık ister. Yani insanoğlu sürekli ister, nefislerimize almak zevk verir, vermek değil.

Ahde Vefa, İnsanlık, Merhamet gibi değerlerimiz ise iç dünyamızda hiç konuşmadığımız, dış dünyamıza ise kılıf vari sunumlarla önce kendimizi aldattığımız sözde vasıflar olmadı mı?

Covid ile Manevi Mesaj’ başlıklı yazımda anlatmaya çalışmıştım. Görüldü ki biz insanlar ders almıyoruz, Azrail’ in nefesini ensemizde, ölümü tenimizde hissetmeden kabullenemiyoruz, dünyanın fani, ölümün ani olduğunu ve tüm manevi inançlarda anlatılan bir hesaplaşma olacağını. Kabul etmek nede zor geliyor, kral ile berduşun aynı metrekarenin sahibi olacağı gerçeğini.

Yiyemeyeceğimiz yemeklerin sevdalısı, oturamadığımız sarayların hayranı olduk. Top top kâğıttan ibaret, Lidyalıların halt etmesi olan, paranın her şeyin çaresi olmadığını anlayamıyoruz.

Ne kolay çalıyoruz mesailerimizden, ne güzel çalıyoruz birbirimizden, ne de akıllı hissediyoruz karşımızdakilerin iyi niyetlerini suiistimal edişlerimizi.

Sevmeden seviyorumlar, ben seviyorum ya karşıda kinden bananeler, bol yalanlar, dolayısı ile sonu gelmeyen talanlar ile nede hızlı akıyor hayat denilen serüven.

Kirlettikçe, kirlenen dünyamız, kararan kalplerimiz, kuruyan hislerimiz, laçka olan benliğimiz, ekmeğe elinizle dokunmayın kuralında ki başarısızlığımız gibi dokunulmamış, el değmemiş yeri kalmayan zamanlarımız, duygularımız, hayallerimiz, arzularımız, umutlarımız ve çaresizliğimizi fark ettiğimiz ansızın bir bahane ile tanıştığımız Azrail.

Her şey için çok geç kalınmışlığın ta kendisi, korumaların, alarmların, dünyevi tüm kudretin koca bir sıfır olduğu an.

Bir fırsat verilse de makamımı daha güzel şekilde hizmete dönüştürsem, imkân verilse de mesaimin hakkını versem, bir müsaade edilse de sevmeden sevdim dediklerimi, umut verip üzdüklerimi, duygularını incittiklerimi, tüm çaldıklarımı iade etsem, adeta kirlettiğim dünyamı bir toparlasam.

Fakat na mümkündür artık, zaman dönülmez akşamın ufkundayım der. Tüm hesaplar ikinci tur tahsilata aktarılmıştır.

Makamda kalmak için bugün beyaz yarın siyah diyen koca koca insanlar tanıyoruz. Makamda ki insanlara şirin gözükmek için paçalı kuşlara taş çıkartan taklacı amcalar, ablalar biliyoruz. O makamdan çıkar çıkmaz kapı eşiğinde söylenmeye başlayan sözde dava sahiplerini, görevlerinde ki sorumluluklarını, yetkilerini güçleri sanan aciz insanları görüyoruz. Almadan vermek, her zaman kazanmak tutkusunda kavrulan iş insanlarını izliyoruz, ezcümle vergi matrahı az çıkanlar olarak, aynı hedefe koştuğumuz, aynı finalde buluşacağımız sevgisiz, sevgi pıtırcıklarına borçlu değil alacaklı kalmanın ayrıcalığını sağlamaya çalışıyoruz.

Şimdilerde tüm dünya gündemi olan bir gerçek ve sık sık kullanılan bir kelime var. Duyarsızlığımız sebebiyle her gün artış gösteren Korona salgını sebebiyle paçalarımızdan kavrayan ölüm gerçekliği ve dilimizden düşmeyen ‘Çember Daralıyor’ sözü.

Aslında çember aynı çember, ölüm aynı ölüm, yaşam aynı yaşam, sadece kirlettiğimiz dünyanın, şartlarını zorlaştırdığımız hayatın cevap veriyor olduğu gerçeği göremediğimiz.

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu bir kitap için yaptığı söyleşide, Türkiye’nin yaşadığı zorlu günleri; ‘Koca ülkeye sığmayan biz farklı görüşteki ölen, öldüren insanlar, bir gün 2 m2 hücrelere sığdırılmıştık’ şeklinde bir cümle kullanmıştı.

Çalışmanın, kazanmanın, eğlenmenin, yaşamanın tokmağını kaçırdıkça ödenen bedeller boylarımızı aşıyor.

Dünyanın diğer ucunda üç beş tabiri caizse pisboğazın yediği naneler, tüm dünya ülkelerini, insanlarını içi sıra bizleri de vurmadı mı?  Aıds denilen illet te benzer şekilde musallat olmadı mı insanlığa? Ders çıkarmakta ki başarımız ortada sanırım. Ne ekersek onu biçiyoruz ya da bir bumerang dönüşü yanlış atışlarımızla, yanlış dönüşler kurbanı oluyoruz.

Aslında çemberi hep birlikte daraltmıyor muyuz?

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.