DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Bumerang’ın Dönüşü “Hedef”

Sesli Dinle

Marsta hayat varsa, uzaylı varsa dahi henüz bizim memleket işlerine, yaşantımıza el atmadılar. Bize bizden başkası müdahale etmedi. Bizler kendi egomuzun, bencilliğimizin, aç gözlülüğümüzün yansımalarını yaşıyoruz…

Bumerang’ın Dönüşü “Hedef”
21.08.2020
8.772
A+
A-

Evet, sevgili okurlar “Bumerangın Dönüşü” başlıklı ilk yazımda nerede kalmıştık? Bilge ihtiyarın aklıma yatmayan anlatımları ve yönelttiği soruda kalmıştık. Şimdi devam edelim o ilginç tespitlerin teyitlerinin yaşandığı yazımıza.

Sohbetimizden yıllar sonra Ankara’ da Avrupa menşeli koleje, bir dostumun çocuklarını yazdırmak gerekti. Uzun uğraşlardan sonra elçiliğe çağrıldık. Sayın Büyükelçi güzel karşılama ile makamına aldı bizleri. Allah var güzel ağırladı. İlgili kolejin Sayın Müdürü de oradaydı. Konu sonunda yaşları 3 ve 5 olan iki çocuğun kaydının yapılmasına geldi. Okul müdürü; “3 yaşında ki çocuğun kaydını yapacağını fakat 5 yaşında ki çocuğun kaydını yapamayacağını” söyledi. O zamanlar ilköğretim 7 yaşında başlıyordu ve okul öncesi diye bir şeyde yoktu. Büyükelçi sanki odada değildi. Sustu, hiç konuşmadı, konuya dahil olmadı. Tüm olumsuz yanıtlara rağmen ısrar ettik. Kararından vazgeçiremediğimiz Sayın Müdüre sorduk: “Neden 5 yaşında ki çocuğu almamakta ısrar ediyorsunuz?”. Okul Müdürü; “ 5 yaşında ki yavrumuza eğitim vermek için geç kalınmış.” diyerek cevap verdiğinde, kulaklarımda bilge ihtiyarın sözleri yankılanmaya başlamıştı.

Evet şöyle bir duruma dönüp bakarsak: uzun yıllara dayanan yurt dışı dizileriyle başlayarak, yurt içi dizilerle perçinlenen ahlaki dejenerasyon ilk başta dikkat çeker. Sadece mesai anlayışında kalmış, bürokratik koltuklara sevdalı eğitim neferleri ve hiçbir eksiği olmayan makam imkânlarının aksine yamalık eğitim sistemi ile dejenerasyonun devamı gelir. Uçaklara, araçlara kazınan tarikat, cemaat isimleri, referansı ile tüm kapıları açan şeyhler, Şıhlar, seyitler diğer alanda ki eksiklikleri gösterir. Hitabetleri yürek dağlayan hocalar, otomatik ezan sistemi sayesinde caminin yolunu unutan imamlar, altın varaklı musluklarda alınan abdestler, tüylerinin yönü kıbleye çevrilmiş halılarda kılınan namazlar, ellerde kapağı açılmamış Allah’ın kelamı olan kitaplar, akıllarda ise kim bilir neler…

Bugün İslam tercihi ile müstesna ülkem insanı hangi gündemlerle meşgul?

Birçok güçlü kudretli isim tanıdım. Heybetinden, gücünden gölgesine yaklaşılamayan fakat takdiri ilahi gelip de nüksettiğinde Anadolu’nun, Karadeniz’in, Egenin hasılı memleketimin her köşesinde ki sade vatandaşa tahsis edilen kadar yer tahsis edildi onlara da.

Marsta hayat varsa, uzaylı varsa dahi henüz bizim memleket işlerine, yaşantımıza el atmadılar. Bize bizden başkası müdahale etmedi. Bizler kendi egomuzun, bencilliğimizin, aç gözlülüğümüzün yansımalarını yaşıyoruz.

Dün inancı için insanlara saygısızlık yapanlara, aynı şekilde saygısızca davranmanın sonucu ne olacak? İnsanları inançtan, inancın gereği kılık kıyafetten, inancın gereği ibadetlerden veya bunları yapan, böyle yaşayan insanlardan soğutmak nasıl bir sonuç doğuracak?

Daha ziyade: bukalemunların sebep olduğu bu nefret, bizi nereye götürüyor? Vekillik, makam veya her nevi dünyevi çıkar için sakal bırakanlar; camilere koşanlar, sözde sokaklarda nöbet tutanlar, başını örtenler, cümlelerine ayet, hadis dolduranlar aslında neye sebep oluyor?

Eğitiminde, ahlakta ve inançta noksan olunması düşüncesinin üzerine birde, “mağdur olmasın” mantığıyla yetiştirilmiş bireyler toplumda nasıl bir rol oynuyor?

İlklerimizin ayaküstü yaşandığı, sevgilerin sahte olduğu, saygının hiç olmadığı, umutların tüketildiği, zamanın çalındığı, riyanın nirvana da olduğu, anlık kazançların, maddi varlıkların büyük haz verdiği bir anlayış. Çalmak, gasp etmek, darp etmek, iftira atmak, gıybet etmek ve hatta öldürmek dahi tereddüt edilmeden yapılabilen gerçekler olmadı mı?

Günümüzde masum kız ve erkek çocuklarımızın sadece canlarına mı kast ediliyor? Ailelerin, annelerin üzerine titrediği evlatların onurlarını, umutlarını, hayallerini, duygularını, sevgilerini,  hedeflerini ve daha birçok insani hisleri, değerleri el birliğiyle heba ediyoruz desek yanlış olmaz sanırım. Yakın tarihte izlediğim bir haberde bir hayli yaşlı bir aile büyüğü binek bir araçta yaşamak zorunda bırakılmıştı ve o ihtiyarın sözleri de en az yazımız konusu ihtiyarın sözleri kadar gerçek, bir o kadar yürek yakıcıydı.

Ne yazık ki tükenen, tüketime alıştırılan, farkında olarak ya da olmayarak kayıplarla dolu, acılı, hüzünlü anılara sahip bireyler için eksinin, kaybın anlamı farklı oluyor. Ve bu vebal kişiselliğin çok ötesinde toplumsal bir vebal.

Ülke ekonomisi düzelsin, işsizlik bitsin, adaletsizlik olmasın, toplumsal yaşantımızda huzur olsun, refah olsun istiyoruz değil mi?

Sorunların sorumluluğunu üzerimize almalı, isteklerimizin çözümün elimizde olduğunu görmeliyiz diye düşünüyorum.

Yanlış atılan bumerang, dönüyor ve üzerimize geliyor. Efendiler Sorumluluk suçlamanın bittiği yerde başlar, çuvaldızları bırakıp iğneleri elimize almalı.

Güzel insanların varlığı ile yaşanılası olan bu dünyada, güzel insanların sayılarının artması umuduyla güzel günler yaşamak duası ile…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.