DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Ses Deneme Bir-İki

Sesli Dinle
24.08.2020
28.692
A+
A-

Zaman zaman yazılarımda bahsini geçiyorum; okumaktan, yazmaktan, konuşmaktan hiç bıkmadığım, hatta konuşmaktan daha fazla da dinlemekten hoşlandığım şey tarih olmuştur. Kurcaladıkça bir şey çıkıyor tarihte. Bence Tarihte sınır yok, bir nevi körlemesine hareket ediliyor, bilinmezden bir şeyler bulup çıkartılıyor. Elimizde de Dünya gibi 4.5 milyar yaşında bir örnek olunca illaki bir şeyler çıkıyor karşımıza. Göbeklitepe buna en güzel örnek. Göbeklitepe’nin Mısır Piramitlerinden 7500 yıl önce yapıldığına dair bulgular mevcut. Rakamlar net değil ama. Tabi biz biraz daha yakın tarihlerden bahsedeceğiz.

Bu topraklarda yetişmiş İsmail Hakkı Bursevî diye mübarek bir zat var. Safi saf Türk. Adında Bursa geçiyor ama Bursalı değil. Bursa’da yaşadığı için Bursevî diye bilinir. Kütüğü, o zaman Osmanlı sınırlarında olan şimdi Bulgaristan’ın Aydos diye bir yerine kayıtlıymış. Doğum tarihi 1653, vefatı 1725, mezarı Bursa’da bulunan kendi adına yapılmış camide. Osmanlı arşivlerinde Evladı Fatihan diye bilinegelen bir topluluk var. İşte İsmail Hakkı Bursevî tam bir Evladı Fatihan. Birçok kitabı var ama en ünlüsü Rûhul Beyan. En farklı yöntem ile yapılmış Kuran Tefsiri ve bildiğim kadarı ile eseri bitirmeye ömrü vefa etmemiş. Kitap ansiklopedi olacak kadar geniş kapsamlı ve galiba okuyucular sıkılmasın diye parçalara bölünmüş. Bölündükçe de daha sade hale getirilmiş. Benim okuduğum eski basımında o tefsirin girişinde bu tefsiri neden yaptığını anlatır. Rüyasında Peygamber Efendimizi görme şerefine erişmiştir ve Efendimiz bu kitabı yazmasını bizzat ondan istemiştir. İsmail Hakkı Hazretleri de bu isteği emir telakki almış ve yazmaya başlamıştır.

Kitabın tam giriş metinini hatırlamıyorum ama benim okuduğum baskısında ilk önce harfleri anlatmakla başlıyordu hemen sure tefsirinden değil. “Elif” harfi dik bir harftir. Sadece tek çizgiden oluşur, mağrurdur, tekliği simgeler.” diyordu. Yine kendisi kitabında “Elif” harfinin Allah’a ait olduğunu ve teklikten dolayı Allah’ı temsil ettiğini belirtir. Arapça, “Allah” yazılışında bile “Elif” tek başınadır. Arifler bunun açıklamasını daha iyi yapar tabi, biz özet geçiyoruz. Elif harfi, hayatımızın o kadar içine girmiştir ki kız çocuklarında isim olarak kullanılır olmuş. Bursevî Hazretleri kitabından bundan da bahseder. “İsmi Elif olanın kendisi mağrur ve dik başlı olur.” diye ekler. Sonra “Be” harfini yorumlar Bursevî Hazretleri. “Be” de aslında “Elif”tir.” der. “Elif’te ki o dik başlılık o mağrur haller alenidir, herkes bilir, herkes yorumlar.” diye yorumlar ama “Be” harfi gizlidir, zahiri değildir, gücünü kuvvetini sırrını saklar.” der. “Hatta sahip olduğu sırrı kaldıramaz, bundan dolayı eğilip bükülmüştür.” diye ekler. “Eğilip bükülmesine neden olansa altındaki noktadır.” diye de açıklar. Biz de bir ekleme ile yazıyı zenginleştirelim. Hz Ali (k.v)  “Be harfi” için şöyle bir izahat yapar. “Kuran’ın sırrı Besmelede, Besmelenin sırrı “Be” harfinde, “Be” harfinin sırrı da altında ki noktadadır.” der.

Her bir harfi hatırladığım için aklımda kalanı ile örnekleri arttırarak harf konusunu bitirelim. “Cim” Güzelliği temsil eder. “Zel” temizliği,  “Ayn” ilmi, “Lam” letafeti, “Vav” kâinatı temsil eder, “Mim” Peygamber Efendimize atfolunur ayrıca variyeti temsil eder.  Harflerle alakalı girizgâhtan sonra bu bilgiler cepte dursun.

Şimdi 4 kitapta da Hz Âdem’in yaratılışından bahsedilir. Konuyu dağıtmadan bizim bildiğimiz yoldan devam edeyim. Allah, Hz Âdemi yaratır ve onu bilgiyle donatır. Baraka suresi 31. Ayette şöyle bahsedilir bu konudan: “Ve Âdeme bütün isimleri öğretti.” Burada aklıma bir şey takılıyor; Niye abi isimleri öğretti? Neden isim? Tefsirciler Hz. Ademin diğer mahluklardan üstün olmasına işaret ediyorlar bu konuda da. Benim sormak istediğim neden “İSİM”? Taş değil, toprak değil, ne bileyim Allah’ın büyüklüğü ve cemali değil de sadece İsim? Neyse aklım almıyor ve konuyu frontal korteksimde bırakıp hayatıma devam ediyorum. İllaki bu konu ile tekrar karşılaşırız.

Az önce cebimize koyduğumuz bilgilerle bu özeti birleştirmek istiyorum. Sesler harfleri oluşturuyor, harfler kelimeleri, kelimeler isimleri, sıfatları fiilleri vesaire vesaire vesaire. Sesler, İsimler neden önemli sorusu çıkıyor karşımıza. Bundan sonrada zaten Ebced, Cifir dünyasına giriyoruz. Bu dünyaya çok hâkim olmadığım için pek dolanmayıp, geri çıkıyorum. Varacağım nokta ise şu; harfler, sesler, isimler İlk insanın yaradılışında bile başrol oynuyorsa etkileri tahmin ettiğimizden daha mı fazla acaba? İşte siteler türedi “isminiz kaderiniz mi?” diye. İsimlerin anlamları ve hayata etkileri gibi örnekleri çok. Geçim kapısı da olmuşlar, demek ki konunun aslı gerçeklere dayanıyor.

“Bir şeyi kırk defa söylersen olur”. “İyi düşün iyi olsun, iyi konuş iyi olsun.”, “Söyleme kötü, görme kötü”, “Bir akıllıya deli dedikçe delirir”. Buna benzer; “söylemek, demek” ile alakalı orijini “ses”e dayalı bir sürü atasözlerimiz de mevcut. Annelerimiz çiçeklerini evlatları gibi severdi, konuşurdu onlarla. Mesele onlarla konuşmak değil. Mesele; o sesleri, karşı tarafa hissettirmek. Bir rivayete göre; Allah Kullarının dua etmelerini isterken, mırıldanmalarını kısık seslerle etmelerini istermiş. Yani seslerin çıkmasını istermiş. Ses dediğimiz şeyin ağırlığı yok. Uzayda yer kaplamaz, enteresan bir mefhum. Yine başka bir rivayete göre; sesler hava moleküllerinde taşındıktan sonra, uzaya çıkıp bir yerde toplanıyormuş. Bu “mış”lı bilgiye benzer bir bilgi de lisede hocamız da vardı. “Nasa seslerin toplandığı uzaydaki yeri bulmak için proje geliştiriyormuş. Oradan peygamberlere ait sesleri bulacakmış.” diye. Çok fazla hayalî proje. Tamamıyla uçuk da, o zaman inanıyorduk. Şimdi; “acaba neyle karşılaşabiliriz?” diyoruz.

Ses hakkında daha çok konuşurum da, Nazım Hikmet ile bitireyim.

“Denize karşı bir bankta, omuzuna başımı yaslayıp, sesinden şiir dinlemek gibi çocukça isteklerim oldu bağışla.”

Bir tane daha;

“Ve benim; birdenbire, yüzünü değil, gözünü değil, senin sesini göresim geldi.”

Ah benim şiire düşkün hallerim, tarihle başlayan yazıyı şiirle bitirdi.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.