DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Be ve Altıparmak Üzerine

03.11.2020
9.924
A+
A-

Evet, Ben Ebyaz namı diğer Kör Ebyaz. Yüze yakın hizmetçili evimde sıkıntıdan ne yapacağıma karar veremeden, yüzümün yarısından fazlasını kaplayan kulaklıkla müzik dinliyordum. Sıkıcı bir gündü ve ben hala kördüm. Uyuyup uyandığımda da değişen bir şey olmamıştı. Her sabah; “bir gün kör olarak uyanmış olduğum gibi acaba gözlerim düzelmiş midir?” Diye uyanmakta sıkıcı olmaya başlamıştı. Kör olduktan sonra hayatımda birçok şey değişmişti ama müzik zevkimde bir değişme olmamıştı. Beethoven ve Mozart efsaneydi Rossini ve Vivaldi’nin yeri çok ayrıydı. Şöylede bir gerçek vardı ki bu dört efsanenin de Neşet Baba’dan haberi olmamıştı. Bizim dönemin şansı ise Neşet Baba gibi babaları tanımış olmaktı. Şimdi ise yüzümün yarısından fazlasını kaplayan kulaklıktan temporal lobuma akın akın giden tıngırtılarla Neşet Baba’nın şarkıya girmesini bekliyordum ki sağ arkamdan omuzuma bir temas hissettim. Hiç tepki vermeden Baba’nın şarkının ilk başındaki  “Gonğul dağı” demesini bekledim. Neşet Baba’nın samimiyetini takdir etmek bana düşmezdi ama sazındaki, sözündeki, dilindeki samimiyet çok başkaydı. Kulaklığı çıkarıp omuzuma doğru kafamı hafifçe çevirerek bana dokunan kişinin konuşmasını bekledim. Yeri geldiğinde inanılmaz soğuk, inanılmaz antipatik olabilirdim ve şu an en soğuk ve en antipatik halimdeydim.

“Ebyaz, istediğin kişiyle iletişime geçtik. Saat 2:00 de Kızılay Metrosunun Güvenpark çıkışında seni bekleyecek. Orta seviye sabıkalı, silah taşımıyor, dolandırıcı, yalancı, evrakta sahtecilik gibi suçları var. Muhtemelen hırsızdır da. Asıl önemli nokta gerçek kimliği başka adı İslen, devlet için çalışıyor. Asıl işi devletin gayri resmi kanallarından aldığı yetki ve görevle yeraltında suçluların arasında dolaşmak.”

Duyduğum kelimeler bütün soğukluğumu ve antipatikliğimi silip süpürmüştü. En samimiyetsiz en ahlaksız tebessümümü yüzüme yerleştirdim. Uzun zamandır bu haberi bekliyordum “Ah işgüzar Ebyaz, ah yılan, Ah samimiyetsiz,  çıkarcı, müşkülpesent. Yine hoşuna giden şeyler duyunca nasıl mutlu oldun” Dedim içimden. O kadar mutlu olmuştum ki bağırsaklarımdan salgılanan dopamin hormonunun kanıma karıştığını duyuyorum desem kendim inanırdım zira kör olduktan sonra kulaklarım çok daha iyi duymaya başlamıştı.

…..

Saat 2:00 de tam da olmam gereken yerdeydim. Bir baston yaptırmıştım ucunda topuzunda ve her on santimetresinde babamın imparatorluk kurmasına sebep olan hemen hemen her alanda kullanılan madenden, Anadolyum’dan monte ettirmiştim. Aynı madenden yüzük, bileklik ve kolye yaptırmıştım. Yüzükten topuza tıklattığımda bastonun ucuna kadar benim hissettiğim bir titreşim gitmekteydi. Aynı titreşim bastonun ucundan yere, yerden de çevreye yayılmaktaydı. Yaklaşık beş metre çapında çevremde varlığını hissettiğim canlı cansız cisimlere çarpıp geri bastonuma oradan parmağıma, parmağımdan bilekliğe, bileklikten kolyeye nihayetinde kulağımdaki titreşim kıllarına kadar geliyordu. Böylece kafamda bir harita oluşturmama yardımcı oluyordu. Sonar sistemi böyle bir şeyse eğer, aynen öyle çalışıyordu. Hem de çok daha iyisiydi, bu Anadolyum inanılmaz bir madendi.

Ritimli tıklatıyordum, içimden de ritme şarkı ile eşlik ediyordum ve bu aralar favori parçam, “Vardar Ovasıydı.” Tıkırdatmaya devam ediyordum gözüm artık bastonum ve tıkırdatmalarım olmuştu. Tıkırdamalar devam ederken sağ çapraz arkamdan bana doğru geri gelen titreşimleri hissettim. Birisi direk bana doğru geliyordu ve ayakkabısından ses çıkmıyordu. Tahminimce bana bir adım kala kendisine döndüm.

“Be sizsiniz galiba?” dedim.

“Evet, Kör olduğunu söylemişlerdi.” Dedi.

Dürüst olmak gerekirse bir kadın sesi beklemiyordum. Ayrıca bu kadının kozmik aura puanı doksanın üstündeydi. Uzun zamandır KOP’u doksan üstü olan birisi ile karşılaşmamıştım.

“Kulaklarım iyi duyuyor.” Dedim. Bu arada hala bastonumu tıkırdatıyordum sol ve sağ arka çaprazımdan odakları olduğumu hissettiğim iki farklı insan daha hissettim. İnsanlar gidip geliyordu ama onlar durmuştu tahminimce dört metre uzaktaydılar.

“Yok, bu kadar kalabalıkta sadece duyularak hissedilecek bir durum değil bu.” Dedi.

Gözlüğümü çıkartıp gözlerime bakmasına fırsat verdim. Artık donuk bir çivit mavisi renginde olduğu için görenler ikna oluyordu. O sırada ben sağ arka çaprazımda olanın muhtemelen yüz kilonun üstünde ve yüz kiloyu taşıması için de en az 1,90 boyuna sahip olduğunu yorumladığım birini fark ettim. Sol arka çaprazımda ki nispeten daha hafifti.

Bu hissettiklerimi kendine söyleseydim eminim şaşırırdı. Anadolyum ile yaptığım binlerce antrenmandan sonra çok şaşırtıcı sonuçlar almıştım, muhtemelen karşımdaki de şaşırırdı.

“Neyse sadece gözlerine bakarak anlayamam ama babanın kim olduğunu biliyorum. Beni senle görüştürenler ve babanın adı senle bizi bir araya getirdi.” Dedi.

“ Bu arada ben Ebyaz.” Dedim.

“ Ben Be, zaten biliyorsun.” Dedi.

“ Daha önce Be diye bir isim duymamıştım.” Dedim. KOP’u doksan olan birisini muhabbet etmeden bırakamazdım.

“Elif, Be, Te, Se, Şimdi duydun işte.” diyerek konuştu “Se”yi peltek okumuştu. Devam etti. “Kemal bahsetti, Altıparmakla buluşmak istiyormuşsun.”

“ Sadece buluşmak istemiyorum, Altıparmak’ın kendisini istiyorum. Para problem değil.”

“ Para güzel şey, sıcak, mis gibi bir şey. Para deyince aklıma nedense kaynamış süt geliyor. Kaynamış Köpüklenmiş bembeyaz süt. Ta çocukluğuma götürüyor beni, soğuyunca kaymak oluşur ya içerken ağzına yapışır o hissiyatta paranın hoş olmayan tarafı gibi. Ben paraya bakarım ama Altıparmak paraya bakmaz. Altıparmağı bilen onun para ile işinin olmadığını bilir.”

Be’nin cümlesi biter bitmez sol arkamdakinin hareketlenmeye başladığını hissettirdi baston tıkırdatmalarım. Diğer adamlarda hareketlilik yoktu. Sol arkama doğru dönüp Be’yi arkamda bırakarak yüksek sesle bağırdım.

“Para ile işi yok ama gelmiş.” Dedim.

Altıparmak olduğunu tahmin ettiğim kişi durmuştu. Bu sefer sol çaprazımda kalmış olan yüz kiloluk dev Altıparmak olduğunu tahmin ettiğim kişiye doğru yürümeye başlamıştı. Bastonumu yüz kiloluk deve yönelterek kafamı Be’ye doğru çevirdim.

“Hem de koruması ile gelmiş İslen” Dedim.  Be’ye asıl ismi ile hitap ettiğimi diğerlenin duymaması için kısık sesle konuştum.

Şimdi hepsi durmuştu ve hepsi birden farklı yönlere yöneldiler.

“Elif, Be, Te ya da adın her neyse her Cuma öğleden sonra Ulus’taki sahafçılarda olurum. Kime sorsan beni gösterir.” Diye bağırdım.

Derin bir nefes aldım, boynumu esnettim, çıtlattım derin bir nefes aldım. “Ah hodbin, ah fütursuz, çıyan Ebyaz ne kadar gıcık ve ne kadar da sevimsizsin.” Diye içimden geçirirken gökyüzüne bakıyordum.

Rivayete göre bir gün, bir yerden, bir şey çalacakmış. İstanbul’un köklü bir ailesinin mensubu olan bir adamın malikânesine girmiş. Yedi farklı güvenlik yöntemi ile korunan yedi katlı malikâneymiş; her katta yedi koruma, her korumanın yanında yedi tane köpek varmış. Adam en kıymetli hazinesini yedinci katta, yedi kilitli, yedi farklı kapı geçtikten sonra açılan yatak odasında saklıyormuş. Tam yedi kuşaktır bakılan aile yadigârı bir kuşmuş. Dışardan baktığında Karga gibi görünen ama Bülbül sesi çıkaran bir kuşmuş. Her kim Altıparmaktan bu görevi istemişse, Altıparmak gitmiş ve Bülbül gibi öten karganın gırtlağından bülbül sesini çalmış. Efsane işte. İşin garip tarafı kuşun sahibi de sabah uyandığında kuşun ötmediğini duyunca bülbülüm de bülbülüm, gitti atalarımın yadigârı diye diye yedi gün ağlamış. Aile geleneklerine çok bağlıymış. Yedinci günün sabahında adama inme inmiş. En sonunda avcunun içinde bir kâğıtta parmak işareti çizili kâğıt parçası bulmuşlar. Bir olay yerinde bir parmak işareti, şekli ya da resmi varsa o işi Altıparmak yapmıştır. Bu işareti bütün hırsızlar, aynasızlar, hâkimler, mahkûmlar, amirler, memurlar bilir. Arka sokaklarda dolaşırken çıplak elle boks yaptığım zamanlarda adını duyduğum hırsız, meşhur Altıparmak. Anadolu topraklarının yetiştirdiği; en meşhur, en yetenekli, en hızlı,  en sessiz ve gözü kara hırsızı. Gerdek gecesinde gelin hissetmeden yanında yatan damadı, damadın haberi olmadan koynundaki gelini çekip çıkaran Altıparmak. İblisin elinden günahı, meleğin elinden tesbihatı alan Altıparmak. Ayak sesi olmayan, vücudunda biriken laktik asidi terle vücudundan atan adam. Tekrar bir araya geleceğiz.

Yakın zamanlarda yayınlanacak Kitabımdan ilk karakter Ebyazı daha önce tanıtmıştım.  Huzurlarınızda; Altıparmak.

ETİKETLER: , , ,
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.