DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Zülüflü Baltacı 1

Sesli Dinle

Çünkü bir Türk’ün saraya girmesi demek ilerleyen zamanlarda bir şeyler başarması demekti ve bu ihtimal oldu olası devşirmeleri hep korkutmuştu.

Zülüflü Baltacı 1
13.10.2020
13.548
A+
A-

Osmanlı’da baltacılar diye bir meslek vardı. Saraya, odalara odun taşırlardı. Bildiğin hizmetçiydi bu baltacılar, odunu kesip bir de hamallığını yaparlardı. Enderun’da eğitim almaları yasak olan Türklerin saraya en yakın oldukları pozisyon ancak bu pozisyondu. Kendi ülkelerini yönetmesi için eğitilen devşirmelere odun taşımak. Evet, odun taşıyan hizmetçi/hamal olmaktı. Bir gün bir yazımızda ya da serimizde bu Enderun olayını ve neden Türk evlatlarının alınmadığını hatta hatta dışlandığını etraflıca işleyeceğiz. Şimdilik konumuza devam edelim. Bu Türk evlatların ahı da tüm bu devşirmelerin üzerine olsun.

Bu baltacılar saraya sık sık girip çıktıkları için etrafa dahi bakmaları istenmezdi. Bunun içinde yakaları dik bir kıyafet dikilirdi. Ayrıca kulaklarının üstünden zülüf gibi parça dikilmiş olan başlık takılırdı. Şimdi eleştirmeden edemiyorum. Sarayda Türk’e yapılan zulüm buydu. At gibi gözlüklerinin olması, etrafı görmeden yükünü bırakıp işlerini yapıp gitmeleri. Türk’ün değerinin sarayda ve gelecek nesillere kötü aktarılmasının tek nedeni vardı. Devletin sinir sistemine yerleşmiş olan devşirmeler. Padişahın etrafındaki herkes Müslüman kılığına girmiş devşirme dolunca, padişahın aklını da saltanat kaygısı ile zehirlerken alt tabakayı da ezip dururlardı. Adam kayırma, rüşvet, hak yeme, zulüm etme aklınıza gelecek devlet içindeki bütün pislikler bu devşirmelerdeydi.

Neyse. Bu oduncuların taktıkları başlıktan dolayı adları zamanla “Zülüflü Baltacı” olmuştur. Baltacıların odaları oldu, ağaları oldu, başları oldu. Zaman zaman sarayda sayıları 200’e kadar çıktığı da rivayet edilmiştir. Bazı kaynaklarda padişahın korumalığını yaptıkları geçmektedir ama Solaklar gibi elit bir ekip varken odunculara sıra geleceğini sanmıyorum. İşte bu zülüflü baltacılardan en bilinen 2 tane vezir çıkmıştır. Birisi Deli Hüseyin Paşa diğeri de Baltacı Mehmet Paşa’dır. Bu günkü tarih yolculuğumuza kaldığımız yerden, Deli Hüseyin Paşadan devam edeceğiz ve bu Paşadan üç serilik yazı neşredeceğiz.

Deli Hüseyin Paşa henüz deli olarak anılmıyor sadece Hüseyin olarak biliniyorken nasıl olmuşsa baltacı olarak sarayda görev yapmaya başlamış. O zamanın durumuna göre sarayda görev almak büyük lütuf tabi. Bir rivayete göre Bursalı diğer bir rivayete göre de Kastamonulu olduğu tahmin edilmektedir. Net olan bir şey varsa anadan babadan Türk olduğudur. Tam bir görev adamıdır. Sarayda ya da saraya yakın ne kadar çalışan varsa kesesini doldurma derdindeyken, Hüseyin sadece işine bakar çok çalışırmış. Yaptığı şey bellidir, odun kırıp odaya taşımak ama diğer oduncular bir ikişer iş yaparken Hüseyin odunu onar kırıp yirmişer taşırmış. Millet mola saatlerini uzatıp, mesaiden yerken Hüseyin mola saatlerinde dahi çalışırmış. Sırf odun işi için bu kadar çalışıyor olması nedeniyle ilk olarak oduncuların arasında “Deli” lakabını almaya başlamıştır. Yıllarca pazıları balta sallamaktan, kolları odun taşımaktan, bacakları da kütük çekmekten dolayı akranlarına göre fazlaca kuvvetli olmasına neden olmuştur. Gücünden dolayı pehlivanlık yaptığı dahi söylenegelir.

Bir gün 4.Murat’a İran’dan elçiler gelir yanlarında bir yay getiriler. Yayı padişahın huzuruna çıkararak; “Bu yayı bozduktan sonra kurmaya kimsenin gücünün yetmeyeceğini” söylerler. Bu meşhur yay hikâyesi ehlince malum. İşte bu yayı o oduncu Hüseyin bozar kurar hatta bir de İran elçilerinin önünde yapması istenince bir de o zaman bozar kurar. Elçiler tekrar yapmasını isteyince de üst üste üç defa daha kurup bozar ve yay kuvvetin baskısı altında daha fazla dayanamaz kırılır. Tarihçi Uzunçarşılı, bu yayın kırılmış bir vaziyette Topkapı sarayında muhafaza edildiğini bildirmektedir.

Hüseyin’in bu yayı oyuncak gibi kırması padişahın çok hoşuna gider ve sık sık yana çağırır. “Aman sarayda Türkler, Yörükler dolaşmaya başladı. Devletin sonu felaket olur.” Diye ortalıkta Türklerin dolaşmasını istemeyerek homurdanan devşirme Arnavut Koçibey padişahı dahi tesiri altına almaya çalışıp bizim Hüseyin’i göz önünden almaya çalışır. Çünkü bir Türk’ün saraya girmesi demek ilerleyen zamanlarda bir şeyler başarması demekti ve bu ihtimal oldu olası devşirmeleri hep korkutmuştu.

Padişahla o kadar çok bir araya gelirler ki en sonunda Hüseyin, padişahın Musahibi (sohbet arkadaşı)  olur. Enderun’a girmesi emri üzerine eğitim almaya başlar. Göz açık olduğu için odun taşıdığı zamanlardan bilir sarayda entrika, çekememezlik,  ayak oyunu çoktur. Hüseyin bunların bilincinde hareket eder, okur, araştırır, öğrenir. Zeki, dürüst, sadık olması devlet içerisinde hızlıca çıkış yapmasına yardımcı olur. Ayrıca gözü kara, çalışkan korkusuz olmasıyla da Deli lakabı iyice pekişir. Çok geçmeden 4. Murat Deli Hüseyin’i İmrahor (ahır sorumlusu) yapar. Hâlihazırda Padişahın Musahibi olması zaten bir sorunken artık saraydan çıkamaz olur.  Çalışkan ve becerikli olması gelecekte devşirme takımının gözüne çok batmaya başlar. Bir süre sonra Paşa Mısar’a Beylerbeyi olur. Gittiği yere nizam getirir ve halkın refahını arttıracak işler yapar.  Bağdat Seferi sırasında Padişahla Kaptan Paşa olarak sefere çıkar. Artık Deli Hüseyin, Paşadır. Yine devşirmeleri korku kaplar bir Türk Paşa olmuştur.

Murat’ın vefatından sonra başka bir Deli lakaplı Sultan İbrahim tahta geçer. Tahta geçer geçmez Sultan Murat’ın makam mevki verdiği kim varsa görevinden alır ama bizim Deli Hüseyin’e dokunmaz makamını tasdik ettirir. İkinci defa Kaptan Paşalığa getirilir. 1640 Yılında Karadeniz’e açılır, Osmanlının başını ağrıtan Rus – Kazakları korsanlarını etkisiz hale getirir ve 30 gemiyi toplar getirir. Bu olay Paşa’nın Osmanlı topraklarında hayran sayısını arttırır. Sonra Silistre ve Özi Valiliği görevi verilir. Göstermiş olduğu adaletli ve hakkaniyetli yönetimle yörede bulunan Hristiyanların Müslüman olmaya başladığının haberi gelir saraya…

Şimdilik burada kalalım. Bu hafta sizleri daha fazla yormadan, bir mola daha verelim diyorum. Hem biraz da düşünelim istiyorum. Nice yetenekli komutanlarımız, paşalarımız ve Osmanlı dostu savaşçılarımız nasıl da doğrudan şaşmadan ilerlediler yollarında. Başa gelen, başlar almaya başladığında kim kaybetti acaba? Başları alınan mı? Yoksa baştan olan mı?

İkinci yazımızda görüşene kadar dostça kalın.

YORUMLAR

  1. ÖZAL AKDENİZ dedi ki:

    Yazı yayına girdiğinde okumaya başlamıştım yarim kalmıştı.. şimdi fırsat bulup bir solukta okudum. Yüreğine sağlık Cüneyit Bey.