DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Uçan Şehide

Sesli Dinle

“Hayata değil doymak, hayatın zevkini henüz tatmaya başlamış ve görmüş, gözleri yarı açık, süzgün ve ağlar bir vaziyette…”

31.08.2020
16.848
A+
A-

Geçen hafta, Ses konusu ile alakalı bir seri başlatmıştık. Amacımız seriyi tamamlamaktı.  30 Ağustos Zafer Bayramının bir gün önceye denk gelmesiyle, günün anlam ve önemine binaen yazmak istedim. Bu sebeple programda da değişiklik yaptım. Ses serisine gelecek haftadan itibaren devam edeceğiz. Şimdi bu önemli gün hakkında iki kelam edelim.

Bıkmadan usanmadan dile getirdiğim tarih merakım nedeniyle, 30 Ağustos ile alakalı yazmayı çok isterim. Ayda bir defa da olsa; tarih raflarında ruhu şad edilmeyi bekleyen, isimleri unutulmuş, belki de hatırlanmak istenen hatta hatırlanmayı hak eden kahramanlarımızı yâd etmek istiyorum. Geçen ay Yüzbaşı Şerafettin ve Üçüncü Kılıç’tan bahsetmiştik. Yüzbaşımla bu seriyi başlamış kabul ediyorum.

Serinin ikinci yazısında birden fazla kahramandan bahsedeceğim. Bu az az değindiğim kahramanları ilerde daha fazla tanıyacak ve tanıtacağım. Gönül ister ki hepsinden bahsedelim ama sayfalar yetmez. Bu kahramanlara kendimi manevi anlamda borçlu hissediyorum. Eminim benim gibi düşünenlerin sayısı da az değildir. Örneğin, Yahya Çavuş. Seyit Onbaşıyı birçoğumuz biliriz ama Yahya Çavuş’u, Seyit Onbaşı’yı bildiğimiz kadar bilmeyiz.  Hakkında yazılan bir dörtlüğü nakledeyim.

“Hepsi bir takım ve Yahya Çavuş’tular,

 Tam üç alayla gönülden vuruştular,

 Düşman tümen sanırdı her birini,

 Allah’ı istediler, akşama kavuştular.

Tarih sahnesindeki rolleri aynen bu dörtlükte anlatıldığı gibi. Düşmanın bir bölgeye çıkarma yapacağının haberi gelir ve mevzi alınması için zaman lazımdır. Hemen takımını alır gider Yahya Çavuş ve akşama kadar düşmanı durdururlar. Beş on kişiden bahsetmiyorum. Üç alay demek, en az üç bin kişi demek. Üç bin askere karşı en fazla yüz, en az on asker. Düşmanın teknolojik üstünlüğünden bahsetmiyorum bile. Ne yazık ki akşama cephaneleri biter ve hakkın rahmetine kavuşurlar. Onlar sayesinde bizim ordumuz mevzilenmesi gereken yerde mevzilenir. Savaşın seyrini değiştirmişler midir? Bu bilinmez ama sağladıkları katkı yadsınamaz tabi.

Aslında bu kahramanlarımızın bilinemiyor olma durumunu yadırgayıp, yadırgamama arasında kararsız kalıyorum. Ortada canları pahasına mücadele vermiş oldukları gerçeği var. Bir tartı istiyorum işte feda ettiklerini koyalım bir kefeye yapalım kıyasımızı, ne kadar borcumuz var çıkaralım ortaya, yok yapamıyoruz işte.

Yahya Çavuş’un ve nice kahramanların; ailesi, sevdiği, çocuğu, ana babası yok muydu? Vardı tabi, olmaz olur mu? Hemen hemen hepsinin vardı. Şerife Bacı kundaktaki çocuğu ile katırlarla mermi taşırdı. Mermiler ıslanmasın diye sırtındaki kışlığı mermilerin üstüne örttü. Soğuktan donarak şehit oldu hem de kucağındaki bebeğiyle. Nezahat Onbaşı’nın hikâyesi ise çok daha başka. Annesi veremden hakkın rahmetine kavuşmuştu. 4 ya da 6 yaşlarında babasının yanında çocukken elinde oyuncakla, büyüdüğünde de atla tüfekle cepheden cepheye koştu. 12 yaşındayken Onbaşı oldu ve Savaşın seyrini nasıl değiştirdiğini kitaplar yazar. Heyhat bir İstiklal madalyası bile veremedik. Daha niceleri; Çerkes Hasan Paşa, Mamaka Mustafa, Çete Emir Ayşe, Binbaşı Ayşe, Gördesli Makbule Hatun ki eşinin peşinden cepheden cepheye koşmuş, dağ, tepe dememiş gencecik yaşında şehadet şerbetini içmiş. Makbule Hatun’un defni sırasında, eşinin dilinden dökülenleri şuraya bırakayım kompozisyonu siz tahayyül edin.

“Hayata değil doymak, hayatın zevkini henüz tatmaya başlamış ve görmüş, gözleri yarı açık, süzgün ve ağlar bir vaziyette…”

Bu cümlenin evvelini yazmaya elim gitmedi. Küçük bir araştırma yaparak bulabilirsiniz evvelini de ahirini de. İşte o kadar severken ayrılmış sevenler.

Bu mübareklerin içinde en farklısı belki de adını ilk defa duyacağınız, Rahmiye Bacı namı diğer Tayyar/Uçan Rahmiye. Nüfus kütüğü; “Ağacından bir yaprak düşse bizim ciğerimiz sızlar.” dediğimiz Anadolu’da Adana’ya bağlı, o zaman ki Osmaniye’ye kayıtlı. Doğum tarihi belli değil rivayet 1890. Köyü, evi belli değil kesin olmamakla birlikte Kayalı olduğuna dair söylentiler var. Eşi, çocuğu var mı? Var. İkisi erkek, ikisi kız dört tane evladı var. Bariz esmer ve zayıfça da bir kadınmış. Bir de inanılmaz derecede atik olduğu anlatılır. Eli hızlı, ayağı hızlı, pratik mi pratik birisiymiş. Rahmiye Bacı’nın hikâyesini bir sayfa yazacak kadar ehil değilim. Kazandırdıkları ise bir kitaba sığmaz.

Olaylar söyle gelişir; 1915-1916 yıllarında Sykes-Picot diye iki adamın soy ismi ile isimleşen gizli bir anlaşma yapar Rusya-Fransa-İngiltere. Rusya’nın 1917’de kendi sorunları ile başı ağrıyınca bir şekilde anlaşmayı bozar ve anlaşmanın gizliliğini ortadan kaldırır. Gizli anlaşma böylece aşikâr olur ve bütün dünyaya yayılır. Bu anlaşmaya göre Fransa; Osmanlının, Adana, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Musul bölgelerini işgal eder. Bu işgalden sonra Rahmiye Hanım tarih sahnesine çıkar. Orduya gönüllü katılır, tabi o zaman düzenli ordu yok. Bahsettiğimiz ordu Kuvayı Milliye.  Birçok çatışmaya girer Rahmiye Hatun ve emrine artık bir de müfreze verilir komuta etmesi için.  Kendi müfrezesiyle girdikleri çatışmalarda Fransızları alt edip, ganimet toplayıp geldikleri tarihe not düşülmüştür. O zamanlarda silah bulunamayan bir durum düşünün. Her ganimet bir altın sayılır, o kadar yani.

Yine Fransızlarla yaşanan bir çatışmada 100’e yakın tüfek, birkaç tanede makineli tüfek alıp getirmiştir müfrezesiyle. Fakat bir aksilik olmuştur ve bazı silah arkadaşları arkada kalmıştır.  Nasıl olmuşsa Rahmiye Bacı yanındaki arkadaşlarıyla tekrar geri döner. Mevzilerin arkasında kalan arkadaşlarını çatışmadan çıkartır, getirir. Hem de birisini sırtında taşıdığı bilinir. Bu bir tarih notudur, rivayet değil. Zaten atik ve hızlı olan Rahmiye Bacı, gideceği yere erkenden gittiği ve geleceği yerden çabuk geldiği için “Tayyar” lakabını almıştır.

Fransızlara vurduğu en büyük darbe ise ikmal yollarını talan ederek, uç kuvvetlerin koordinasyonunu bozuyor olmasıdır. Kara yolu ile ikmalden zorlukla karşılaşan Fransızlar, bu sefer de demir yolunu kullanarak ordusunu güçlendirmek ister. Rahmiye Bacı bu seferde Fransızların karşısına demir yollarını patlatarak çıkar.

Yine bir gün, bir baskın yapmak üzere işe koyulurlar. Baskın yapılan Fransız Karargâhı şiddetli direniş gösterir. Rahmiye Bacı ve arkadaşları çok zor durumda kalır. Takım, mermi sağanağından başlarını kaldıramaz ve hatta sürünecek pozisyona gelir. Rahmiye Bacı belki de son motivasyon konuşmasını yapar. “Ben kadın halimle yerde sürünmezken, siz erkek başınıza nasıl sürünürsünüz.” Der. Müfrezesini cesaretlendirir ve tekrar saldırıya geçerler. Çarpışma sırasında bir silah arkadaşına siper olurken hakkın rahmetine kavuşur. Onun Şehadet şerbetini içtiğini gören müfrezesi daha bir saldırır bu sefer nihayetinde karargâhtan Fransızları söker atarlar.

Kim bilir belki de Uçan Rahmiye, Cafer Tayyar gibi uçan şehittir artık. Şehadet şerbetini içtiğinde 4 çocuk annesidir ve daha 30 yaşındadır.   Birçoğumuzun içinde bulunduğu sıradan bir yaş otuz. Yaşanacak çok şeylerin olacağı ve gelecek adına en çok hayaller kurulan yaş. Tek hayalini de ölürken dile getirir Uçan Rahmiye: “ Bedenimi düşman eline koymayın.”

Şu kısacık hikâyeyi okuyan okuyucu, nasıl minnet duymayasın? Bu Kahramanın hikâyesini çocuklarımıza anlatmak için kendimizi borçlu hissetmeliyiz. Ne diyeyim, ne isteyeyim daha haddime olmadan. Ben anlattım yükümü hafiflettim. Hiç olmazsa bunu yapalım.

Daha anlatılacak birçok kahramanımız var, bu topraklarda yetişmiş. Bu güzel 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı bize kazandıran; gazilerin, şehitlerin, adı unutulmuşların ve adı yaşayanların hepsinin ruhları şad olsun.

Nihal Atsız’ın, başka Şehit Tayyareci Kurmay Yüzbaşı Kami’ye atfettiği şiir ile yazımızı sonlandıralım:

“Ve………Kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için.”

YORUMLAR

  1. ÖZAL AKDENİZ dedi ki:

    Kıymetli Yazarımız Cüneyit Bey, yazınızı bir solukta ama adeta tüylerim diken diken olarak okudum.. Bir yanda tarifsiz bir gurur, diğer yanda hüzün hissettim.. Adı sani duyulmamış l, isimleri Arşu Ala’da En güzel yerde bulunan Aziz Şehitlerimizi bize tanıtan cok şahane bir yazı daha olmuş. Elinize kaleminize ve yüreğinize sağlık…