DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Sigarayı Bırakacak Kadar

Sesli Dinle

Doğarken sadece gözlerine görünen siyah ve beyaz renkler, büyüdükçe karakterine sirayet etmeye başlamış…

17.08.2020
21.144
A+
A-

Bundan bilmem kaç yıl sonra, Allah nasip ederde torun tombalak sahibi olursak, sağlığımız ve afiyetimiz de yerinde olursa, torunları alacağım karşıma diyeceğim ki; “Size bir adam ile bir kadının hikayesini anlatayım.”  O zamanın kuşağı nasıl olur? Laf anlarlar mı? Dinlerler mi? Yoksa hikâyeyi sanal ortamda mı yaparız bilmem? Beni bilen bilir; birine bir şey söyleyeceksem, söylerim. Torunlara da bir şey anlatacak olursam, anlatırım.

Hikâyenin adı “Sigarayı Bırakacak Kadar ” olacak. Başlık ilk önce anlamsız gelecek torunlara. Hatta hikâyeyi duyan ya da okuyan kişiye de anlamsız tümceler dizisi gibi gelebilecek. “Dinleyin!” diyeceğim.

Çok uzun zaman önce, ülkenin güneyinde bir yerinde, bir adam yaşarmış. Kalabalıkların arasında, yine de kendi dünyasında yaşarmış. Arkadaşı da çokmuş ama kendini yalnız hissedermiş hep. Hayatında sadece iki renk varmış. Dünyası siyah ve beyazdan ibaretmiş. Renklerle arası iyi olmadığı gibi, disleksik hayatı rakamlarla arasını kötü etmiş. Hepsini birbirine benzetirmiş. Buna rağmen konuşmakta, hitap etmekte ve muhatabını ikna etmekte de çok iyiymiş. Doğarken sadece gözlerine görünen siyah ve beyaz renkler, büyüdükçe karakterine sirayet etmeye başlamış. İnsan ilişkilerinde, olaylarda, muhabbetlerde hiç ortası olmamış. Dünyasında ya evet varmış ya da hayır. Aynı siyah ve beyaz gibi.

Bir gün arkadaşları; bir yerlerde temaşa olacağını, birçoğu beraber gideceklerini ve kendisinin de gelirse eğlenceli ortamdan mahrum kalmayacağını söylemişler. Adam her zaman ki gibi onlara uygun bir lisanla gelemeyeceğini anlatacakken, nasıl olmuşsa gitmeye karar vermiş. O zamanlar, o beldede, bir yere gidileceği zaman çok erken kalkılırmış. Güneş doğmadan yola çıkmışlar. Belli bir yere kadar yürüyeceklermiş. Sonra başka bir vasıta ile yollarına devam edeceklermiş. Adam siyah beyaz dünyasında, kafasında bin düşünceyle; vücudunu ortamda bırakıp, aklını başka yerlerde dolandırmayı düşünüyormuş.

Ta ki o sabah; yalın kılıç olduğu ve yılın kaç olduğunun bir önemi olmadığı o gün, gündüz ve gece kavramının kendisinde bir şeyi ifade etmediği o sıradan günde iki tane inci görmüş. Sadece siyah ve beyazı gören gözleri; o incilerin yeşil mi, ela mı, hazel mi olduğuna karar verememiş. Adam incilerin renginin ne olduğuna dahi karar veremeden, o incilerin kaynağına yakın yerden çıkan sesler ta uzaklarda olan aklını o ortama çekip getirivermiş. Vücudundan ayrılıp gelen beyni kendine geldiğinde yeşil tonlarına sahip incilerin iki göz olduğunu görmüş. Yine disleksik hayatı beyninde seslere karşı hassasiyet oluşturduğundan; sesleri daha çok duyup, daha fazla anlam yüklermiş. Sopranoyu, mezzo sopranoyu, altoyu bilmezmiş hatta dünyasında siyahtan ve beyazdan başka renk yokmuş ama sesin kadifesini, mürdümünü antin kuntin çeşitlerini kendi dünyasında iyi yorumlarmış. O gün; 2008 yılının, 4 Mayıs sabahı hiçbir güne anlam yüklemeyen adam, farkında olmadan o güne anlam yüklemeye başlamış. O günden sonra dünyada yeşil renginin ve hatta tonlarının olduğunun farkına varmış. İnciyi andıran, ela tonunda ki gözlere sahip o kızı görünce, deyim yerinde ise dünyası renklenmeye başlamış. Beyni; o kızın sesini fark ettiği andan itibaren, bir daha asla ortamlarda vücudundan ayrılamamış.

Farkında olmadan hep o kızı düşünür olmuş. Hatta onu ilk gördüğü ana bir de şiir yazmış;

Haberdar oldum bir gün doğumunda,

 Müptelan oldum bir kalp atımında.

 Gördüğüm yerde uyuyup, uyanır oldum,

 Belki görürüm diye her gün batımında.

Sözcüklerle arası iyiymiş ya şiir de yazarmış ara sıra. Artık sürekli bir bahane bulup, o kızın yanına gider olmuş. Hep gözlerine bakıp, hep sesini duymak istemiş. O anlık bakışlara, o gülüşlere, o mağrur hallere ne anlamlar yüklemiş. Ne şiirler yazmış. Hatta bir gün bir bakışına bir ikilik daha yazmış;

Yar Nazarından gelmiş iki ok, yüreciği dağlamış.

 Öyle ok ki, düğümünü Galû Bela’dan bağlamış.

Tabi yazılan şiirlerden hiç haberi olmamış kızın. Hayatında sadece iki renk olan adam; nasıl olsun da cesaretini toplasın ki? İki renk gibi sadece “evet” ve “hayır” çizgisi olan adam, nasıl yüzüne şiir okusun ki? Derken toplamış cesaretini. “Hiçbir davada yeri olmayan korkaklığın, bu davada da yeri yok.” demiş. Sadece “evet” ve “hayırı” olan adam; “alacağım cevap belli zaten.” demiş. “”Ya evet ya da hayır.” İyi ki cesaretini toplamış. İkiyken bir olmuşlar. “Hayır”ı artık “evet” olmuş. İşi de hayır olmuş, hayırla beraber hasenat olmuş.

Hem şiir yazmış kıza, hem de sevmiş onu. Her yazdığı şiirde de hep mutlu olmuş kız. Kız hep mutlu oldukça, dünyada ki başka renkleri de fark etmiş adam. Kızı sevdikçe, başka şeyleri de fark etmiş. Yaşadığını fark etmiş. Mutlu olduğunu fark etmiş. Bir şiir daha yazmış;

Teni tenime değsin, sinsin kokusu üstüme,

Razıyım kefaretine, günahları benim olsun,

O cennette kaim olsun, ben cehennemde sütun

O sürsün sefasını, ben yayanım bütün bütün.

Bir şiir daha;

         Yarenin simasına Mushaf’ı Hıfzeyledik,

         Kirpiğine Besmele, kaşına Sure-i Bakara.

         Hokkadan bihaber, nazar ile nakşeyledik.

         Her baktığımız hatim, her sevdiğimiz sevap.

         Her sevdiğimiz hatim, her baktığımız sevap.

Kafiye, uyak ya da uymayak sorun değilmiş adam için. Artık keskin hatları yokmuş. Artık renkler varmış, artık her şey varmış. Adam, her şeyde kadını bulmuş ve kadında da her şeyi. O kadar sevmiş, o kadar sevmiş ki sevgisinden sigarayı bırakmış. Onunla daha uzun yaşayabilmek için… Olur mu? Olmuş işte? Şahkibar Nenesi kızın fotoğrafını görünce; “Ne kadar da güzel!” demiş. “Eli güzel, yüzü güzel, gönlü güzel, gözleri güzel, güzel de güzel, hem de sigarayı bırakacak kadar.” demiş adam.

Bir şiir daha yazmış;

         “Kahrın yok cümle halinde lütuf var senin,

           Sadece simanda bin güzele atıf var senin.

“Sonra çocuklar,…” diyeceğim. “Sonra bu adamla, bu kadın evlenmişler”. Hikâyeyi de pat diye bitirivereceğim. “Evlenmişler işte. Mutlu olmuşlar. Bu hikâye mutlu sonluymuş. Kimmiş onlar biliyor musunuz? Diye de soracağım. Cevaplarını beklemeden de “Ben ve Büyükanneniz.” diyeceğim.

İşte bu gün, yani 17 Ağustos günü, evliliğimizin beşinci yılını geride bırakmış olacağız. Belki yolun daha çok başındayız. Buradan herkesin önünde, sevgili eşime, hayatımı renklendirdiği için ne kadar teşekkür etsem azdır.  Bir 5 yıl üstüne, 55 yıl daha beraber sıhhat, huzur, afiyet ve mutlulukla geçsin. Daha da renklensin, daha çok şiir yazayım. Daha seveyim. Daha sevelim. Her güzelliğin, dahasına talibim seninle.

Dua da edildiği gibi;

“Bir yastıkta ihtiyar, iki cihanda bahtiyar eyle Ya Râb.”

YORUMLAR

  1. Süleyman karaç dedi ki:

    Çok güzel bir hikaye…Demek sigarayı bırakacak kadar sevdiniz birbirinizi.