DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

İmpalalar

İpliksiz Bedo; muhtemelen zapt edilemeyen, zincir vurulamayan, bağlanamayan manasında olabilir.

İmpalalar
17.11.2020
12.379
A+
A-

Bugün babalar hakkında herhangi özel bir gün değil ama biraz babamdan bahsedeyim. Zira babamla “Zavallı İmpalalar” arasında inanılmaz bir bağ var. Ben anlatayım da bu bağın organik mi? İnorganik mi? Hatta kovalent mi? Olduğuna siz karar verin.

Babam nevi şahsına münhasır bir adamdı. Zaman zaman bizle şakalaştığı olurdu ama çoğunlukla sert mizaçlıydı. Kendisinden hiç duymadım ama akranları onun lakabının “İpliksiz” olduğunu söylerlerdi. İpliksiz Bedo; muhtemelen zapt edilemeyen, zincir vurulamayan, bağlanamayan manasında olabilir. Ayrıca normal seyirde gerçekleşen, hani ortada fol yok yumurta yok denecek bir konuda, saman alevi gibi parlayabilirdi. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi sakinleşirdi. Ben o zamanlarda öyle bir anda neye kızdığını anlamazdım. Adam ne yapsın? İşçiydi, işçi emeklisiydi. Bir işçi adamın çocuklarını hayata; psikolojik, fizyolojik, lojistik olarak yetiştirmesi için gerekli olan şeyler nelerdiyse, onun için çabalayan birisiydi. Yoruluyordu, haliyle yorgundu. Hayatı zaten zorluklarla, sıkıntılarla geçtiği için doğuştan da sert olan mizacını hayat belki daha da sertleştirmişti kim bilir?

En sevdiği şey ise okumaktı. Okumak derken, kitap okumak, gazete okumak manasında okumak. Okul okumak, tahsil sahibi olmak manasında okumak. İnsanı, toplumu okumak. Olayı durumu, durumları okumak. Hele ki ülkemizin hatırlı üniversitelerinden mezunsanız, ne bileyim lisansüstü eğitiminiz varsa babamın gözünde; ikamelerinize, rakiplerinize, akranlarınıza göre beş sıfır önde oluyordunuz.

Hakkında istişare etmekten en çok hoşlandığı konu ise tarihti. Belki de Tarih merakım babamdan geliyor olabilir. Önemine binaen işaret parmağını dikip kaşlarını çatarak; “Tarih; en önemli şey, en önemli ders Tarih, en önemli konu Tarih. Tarihi iyi okuyan geleceğe hazır olur.” Derdi. Tabi o zaman ne dediğini anlamazdım içimden, “Öğüt time is coming.” Der, yunus moduna girer babamın konuşmasını bitirip maç özetlerini beklerdim. O zaman ergendik ve öğüt verme haletini de anlamazdım. Keşke şimdi olsa da biraz öğüt dinlesek diye hayal kurarım. Ne kadar ironik bir durum aslında ama bazı şeyler sonradan anlaşılıyormuş.

Hemen hemen her baba gibi içinde “Haber” kelimesi geçen her programı izlerdi. Film, dizi vesaire zaten izlemezdi. Haberlerden sonra izlediği tek şey ise belgeseldi. Higness Entelektüel olduğundan değil. Filme diziye ayıracak motivasyonu olmadığından, gerek duymadığından, zaman kaybı olarak gördüğünden.  Hangi kanalda hangi belgesele denk gelirse izlerdi. Özellikle aslan, kaplan, çita konulu kedigiller belgeselleri olduğunda asla kaçırmazdı. Babamın; sert mizaçlı, atik, kavgacı bir yapısı olduğu için aslanlarda, kaplanlarda kendinden bir şeyler bulduğunu sanırdım ta ki bir gün yine bir belgesel sırasında, “Yazık şu İmpalalara.” Serzenişini duyana kadar.  Ben çoğu zaman babamın yanında yunus modunda olduğum için. “Yazık şu İmpalalara.” Lafını duyunca ortama geri geldim. “Yazık mı İmpalalara?” Diye kaçıverdi ağzımdan. Neredeyse gülecektim. Bedo, namı diğer İpliksiz. On sokak, bir ilçede namını duymayanın olmadığı İpliksiz Bedo, İmpalalara acımıştı çok fena şaşırmıştım. “Vahşi yaşam işte baba sen demiyor muydun?” Cümleme, “Şu İmpalaların ne zararı var Allah aşkına? Şu güzelim hayvanların pençesi bile yok, hepsine yem oluyorlar. Hele şu Sırtlanlara bak, ne kadar da pis, meymenetsiz hayvanlar. Ne varsa saldırıyorlar pislikler. Bunlar yem olsun olacaksa. Ne var ki güzelim İmpalalarda. Suratına tükürdüğümün sırtlanları.” Diye sunturlu bir küfür sallardı suratını ekşite ekşite.

Kırk yıl düşünsem kedi, köpek okşadığını görmediğim babamın bir İmpalaya empati yapacağı aklıma gelmezdi. Hele ki başkası anlatsa karnımı kaşıya kaşıya gülerdim. “Ne olacak baba işte av, avcı.” Demiştim.

“Baba olunca anlarsın.” Demişti. “Babalıkla İmpalanın ne alakası var Allah aşkına.” Demiştim. İçimden demiştim zaten dışımdan diyemezdim.

Yıllar yıllar sonra baba olunca anladım. Ellerinizden öper ya da öpmez kendilerinin karar vereceği iki çocuğum oldu. Babamın İmpala empatisini şimdi anladım. Orada babamın bahsetmek istediği, güzelliği temsil eden ceylan benzetmesi değildi. Kendi dünyasında İmpala’ya yüklediği masumiyetti. Ne yaparsanız yapın, istediğiniz eğitimi, istediğiniz danışmanlığı alın bu masumiyet denen duyguyu hiçbir zaman anne-baba olduğunuzdaki kadar iyi olgunlaştıramıyorsunuz diye düşünüyorum naçizane. Empatiden, saygıdan, hoşgörüden o diğer güzel yüce duygulardan vesaire bahsetmiyorum. Masumiyet duygusuna bakış açısından bahsediyorum. Kendi çocuklarımızdaki masumiyetten de bahsetmiyorum. Yeri geldiğinde insan dahi olmayan “sadece İmpala işte” diyebileceğimiz bir canlının masumiyetine bakış açısından bahsediyorum. Bir canlıya gelene kadar sağımızda, solumuzda, sokakta aç açıkta yatan insanların çocukların masumiyetinden bahsediyorum.

En son, en taze masumiyet duygusunu maalesef ki İzmir’de yaşanan depremden sağ çıkan çocuklarımızda gördüm. Depreme gelene kadar geçmişte birçok bebeğimizde illaki gördük tabi de en son, en taze olanı 91 saat annesinden, ailesinden uzakta deprem yıkıntıları arasında kalan Ayda bebekte görmüştüm.  Herkes gibi çok sevindik, çok mutlu olduk kurtulduğu için hatta hemen bir ikilik karalayıvermiştim Ayda için.

Umutlarımız sayende göklere çıktı şimdi Ay’da,

Gözlerindeki parlaklığı Gök kıskansın hatta Ay da,

Dört mısraya tamamlayayım son mısrayı da ismi Ayda ile bitireyim istedim heyhat annesinin vefatını duyunca da boğazımızda bir düğümlenme oldu şiiri de tamamlayamadım.

Bir düşünelim, bir tahayyül edelim. Hangi fiili sıfatı hangi dilde kullanabiliyorsak kullanalım. Hangi dilde kendimizi ifade edebiliyorsak artık. Bir bebesiniz ya da çocuksunuz, 91 saat aç, biilaç inşaat molozu arasından çıkıyorsunuz, sonra anneniz artık yok diyorlar.

Çok bilen üst kurul bir de ekliyor; “Vadesi yetmiş.” Diye. “İşini düzgün yapmayanların, iş yaparken vicdanını değil de cüzdanını düşünenlerin elleriyle annen öldürüldü. Biraz zaman verirsek konu da kapanır. Ha sen bu süreç içerisinde annesiz, yarım büyüyeceksin Ayda.” Demeyecekler ya.

Zor. Çok zor. Ne şiiri, ne masumiyeti. Ne diyebiliriz?

Ne diyeyim? Bedo sen çok kral adammışsın.

YORUMLAR

  1. Seyf dedi ki:

    Yüreğine sağlık kardeşim.Tek solukta bitti…
    Sayende okumayı sökecez galiba. Başarılar…