DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Gerçekte Fark Var mı?

Sesli Dinle

‘Yoktur birbirimizden farkımız, Hepimiz Osmanlı Bankasıyız’ …

Gerçekte Fark Var mı?
28.09.2020
4.668
A+
A-

İnsanoğulları tarafından bulunan onlarca sistem mevcut. Her biri birbirinden süslü tariflerle donatılı, fakat uygulamaya baktığımızda aralarında pek bir fark görünmüyor.

Tanımlarla başlayalım.

Liberalizm                : Bireysel özgürlük diye tanımlanır ve birkaç türevi var.

Cumhuriyet             : Monarşi karşıtı, halk tarafından seçilen yönetim şekli.

Demokrasi               : Tüm halkın etkin olduğu devlet politikası.

Totalitarizim            : Tüm yetki merkezidir ve mutlak itaat ister.

Aristokrasi               : İktidar imtiyazlı, soya bağlı yönetimin elindedir.

Despotizm               : Hükmeden tek bir irade vardır.

Monarşi                   : Saltanatın diğer bir adıdır.

Oligarşi                    : Küçük ve ayrıcalıklı grubun yönetimidir.

Meritokrasi              : Bireysel donanımlara özgü, kayırmasız yönetimdir.

Sosyalizim ve onlarca türevi ve işin içine girdikçe uzayan bir yığın süslü tanım.

Birçok inanç siteminde belirtildiği üzere, henüz aksi ispatlanmamış gerçek, dünyaya bir kez geldiğimiz ve hızla tükenen kısa sürede yaşantımızı sürdürdüğümüzdür. Bu kısa sürede ihtiyacımız olandan fazlasına sahip olma tutkumuzun esir aldığı, nefislerimizin yönetimi ele geçirdiği, ruhen daima aç olan bedenlerimizin kontrolünde kalmak ne kadar anlamlı olabilir ki?

Azim ile hırslı olmak, onurlu ile gururlu olmak arasında ki farkları karıştıran biz insanoğlu, inandığımızı söylediğimiz manevi değerlerinde bir hayli uzağında gibiyiz aslında. Örneğin çocuklarına, ailesine rahatça yaşayacakları mirası bırakabilme sorumluluğuyla çalıştığını söyleyen Müslüman kardeşimiz, yaratıcının rızka kefil olduğunu, garanti verdiğini idrak etmekten yoksun, düşüncesinin inancına zıt olduğunu da anlayamamış demektir.

Bir başka durum da yine iç dünyamızda onca kılıf uydurduğumuz esasen çıkarlarımız adına yaptığımız hakkaniyet, adalet, hukuk kavramlarına uymayan onca şeyin açıklamasını yaratıcının huzurunda nasıl yapacağımızı muhakeme edemeyişimizdir.

Tanımlarla ifade edilen sistemciklerin sadeliğinden yola çıkarak daha büyük tablolara bakalım. Değerli meslek büyüğüm, Gazeteci Alper Tan bir yazısında Avrupa dediğimiz hayallerimizi süsleyen ülkelerin yönetim sistemlerini ele almış. İngiltere, Hollanda, Belçika, Norveç, Danimarka Krallıklarını uzun süre tahtta kalan, iradeyi elinde tutan kralları, kraliçeleri, lordları, dükleri anlatmış.

Bu gelişmiş coğrafyadan çıkıp Arap yarımadasına baktığımızda değişen ne var? Aynı gerçeklik. Yine Krallar, Sefirler hakimiyetinde yönetimler görüyoruz. Afrika yarımadasında da durum çok farklı değil, güçlü kabileler her zaman yönetimdeler. Akrabalar ise bağlı ülkelerin yönetiminde ya da ülke içerisinde üst düzey görevlerde tabi ki.

Bu sisteme Rusya, Azerbaycan, Suriye, İran gibi birçok yakın veya sınır bağımız olan ülkeleri de eklemek mümkün.

Vaktiyle bir reklam vardı ‘ Yoktur birbirimizden farkımız, Hepimiz Osmanlı Bankasıyız ’ sözüyle aklımda kalan.

Biz gündemi yoğun ülkemize dönelim, Cumhuriyet ve Demokrasinin ağızlardan düşmediği canım ülkem. Bugünün iktidarına ‘Tek adam’ söylemi ile tepki gösteren ve her gün sayıları artan bir kitlenin varlığı somut. Ancak tek taraflı bakış açısı konuyu olgudan ve çözümden uzaklaştırıyor. Bu günlerde tüm siyasi partilerin kongreleri yenileniyor, peki değişen ne?

Yapılan seçimlerle esasen genel başkan adaylarının atamış olduğu, tüm delegelerin oyunu alarak yeniden başkan seçilmeler.

Ak parti tarafından ifade edilen ve uygulanmaya çalışılan ancak iç kargaşaya sebep olan üç dönem kuralı ne yazık ki tozlu raflarda ki yerini aldı. Üç dönem kuralına takılan isimler hemen farklı kurumlarda görevlere getirildiler. Alıştıkları makam imkanlarından yoksun kalmasınlar diye düşünülmüş olsa gerek.  Bunu da yeterli görmeyen isimler ise kendilerine yeni adresler aradılar, geçmişleri ile çelişmesine rağmen aralayabildikleri kapılardan içeri koştular.

Görevi sonrası en masum isimler ise yeni oluşumlar örgütlemekle meşgul, yoğun gündemlere daldılar.

Zaten üç dönem kuralını muhtarlıklarda, derneklerde, kooperatiflerde dahi uygulamayan kültürel bir yapı gerçekliği hem adaylar hem de seçmenler fıtratında kemikleşmiş durumda.

Şimdi adı ne olursa olsun tüm dünyadaki yönetim şekillerinin aslında aynı olduğunu daha somut olarak görebiliyoruzdur sanırım.

Uzun süreli yönetim kudreti, akrabalık bağları farklı siyasi yapılarda dahi üst seviyede, ya da mevcut yapılarda üst düzey görevlerde yerini almış durumda.

Acaba hangimiz belediye meclis üyelerimizi belirleyebildik? Hangimiz belediye başkanımızı seçebildik? Arzu ettiğimiz isimleri milletvekili olarak meclise gönderebildik mi?

İsimlerin belirlendiği, standart menü kıvamında alternatiflerin aslında alternatifsizlik hissini yaşattığı bir sistemler yığını.

Liderler yerini korumak, vekiller, bakanlar, belediye başkanları, meclis üyeleri ve daha niceleri liste dışı kalmamak stratejisi ile mesai yaparken, seçmenler aslında etkisiz, yetkisiz durumda kalmıyor mu?

Sistemlerin isimleri ve tanımları değişse de pratikte ki uygulamalar değişmiyor. Şöyle bir düşünüyorum da görev yerini, makamını, ilahi takdir tecelli etmeden bırakabilen kaç isim var?

İlahi takdir tecelli ettiğinde ve büyük mahkeme kurulduğunda, dünyevi istikrarımızı, iktidarımızı korumak adına yaptığımız bencillikleri, adaletsizlikleri, şirin gözükerek, artılarımızı arttırmak adına samimiyetsizce söylediğimiz sözleri, yanlış olduğunu bilmemize rağmen ritim şaşırmadan yaptığımız alkışlamaları, yanlışların uyarıcı olmama, karşısında durmama sorumluluklarımızı nasıl anlatacağız?

Sevmeden, sevdik demeleri, sesli överken içli sallamaları, üzerimize, ruhumuza, bedenimize sinmiş onca kiri, kokuyu nasıl açıklayacağız?

Emanetçisi olduğumuz gelecek nesillerin kulaklarımızı uzun uzun çınlatacağı gerçekliğini de unutmamak lazım sanırım.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.