DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Unutulmuş Bir Şelale: Maral Şelalesi…

Karagöl’den çıkıp arabayla bir süre daha tırmanarak önce en yüksek noktaya yani 1860 metre rakımdaki Küçükyayla Geçidi’ne ulaşıyorsunuz. Burada eğer hava bulutluysa çok şanslısınız çünkü geçit bulutların üzerinde kalıyor.

Unutulmuş Bir Şelale: Maral Şelalesi…
08.10.2020
9.348
A+
A-

Daha önceki köşe yazılarımda Karadeniz’i senede bir, bazen iki kez (bu yıl hariç…) Sinop’tan başlayarak Artvin Borçka Karagöl’e kadar gezdiğimden bahsetmiştim. Karagöl’e defalarca gitmeme rağmen, Karagöl’e bir saat mesafedeki Maçahel’e ilk iki seferde gidemedim. Fırsat olmadı deyip bu konuyu kapatıyorum, zira o kadar yol kat edip bir saat daha ileri gidemememi haklı çıkaracak bir bahanem yok. Ancak üçüncü gezimde Maçahel’e gitme fırsatı bulabildim. Ve hepinizin tahmin edeceği üzere daha önce gitmediğim için pişman oldum. Anlatayım…

Karagöl’den çıkıp arabayla bir süre daha tırmanarak önce en yüksek noktaya yani 1860 metre rakımdaki Küçükyayla Geçidi’ne ulaşıyorsunuz. Burada eğer hava bulutluysa çok şanslısınız çünkü geçit bulutların üzerinde kalıyor. Arabadan inip bir süre ayağınızın altında uzanan bulut denizi manzarasını izleyebilirsiniz. Yolun sonrası iniş olarak devam ediyor. Yollar oldukça virajlı bu yüzden düşük hızla yol alıyorsunuz. Biz Maçahel’e giderken hedefimiz Maral Şelalesi’ydi. Burayı daha öne duymuştum, fotoğraflarını da görmüştüm. O yüzden bizi nasıl bir güzelliğin beklediğini çok iyi biliyordum.

Maçahel’e kadar asfalt yoldan ilerledik. Tabi yol manzarasının ne kadar büyüleyici olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Hani seyahat etmekten son derece zevk aldığınız yollar olur ya, işte öyle bir keyif. Navigasyon bizi Maral Şelalesi’ne götürürken asfalt yoldan çıkıp, toprak bir yola girdik. Yol başlarda güzeldi ama git gide bozulmaya başladı. Yolun geri kalanının bozuk olup olmadığını bilmediğimiz için işi şansa bırakmamak adına arabayı park edip yürümeye karar verdik. Arabayı park ettiğimiz yerde bir ev vardı. İçeriden çıkan amca, yolun binek araçla gidilemeyecek kadar bozuk olduğunu, park edip yürümenin en akıllıca hareket olacağını söyledi. Biz de sırt çantalarımızı alıp yola koyulduk. Yolda göz alabildiğine uzanan yeşilin tadını bol bol çıkardık. Sık sık durup manzarayı seyrettik ve bol bol da fotoğraf çektik. Yaptığım en keyifli yürüyüşlerden biriydi…

Bir süre yol aldıktan sonra artık telefonlar çekmemeye başladı, dolayısıyla navigasyonu da kullanamadık. Yolumuzun üzerinde, evinin önünde odun kesen bir amcaya rastladık. Biraz sohbet edip, yürüyerek şelaleye ne kadar sürede varabileceğimizi sorduk, kendisi de “Ben gençken yarım saatte yürüyordum, bilmem siz ne kadar sürede yürürsünüz.” gibi oldukça enteresan, meydan okuma ile karışık bir yol tarifi verdi. Daha enteresanı bizim şelaleye yarım saatten daha kısa sürede varmamız oldu. Muhtemelen amcanın yürüdüğü dönemde şelaleye giden bir yol yoktu. Şelaleye ulaşmak için tepeler aşması gerekiyordu. O yüzden de bizim şelaleye önce varmamız çok şaşılası değildi, çünkü kötü de olsa bir yol vardı.

Şelale bir vadinin içerisinde, yürüdüğünüz yola göre daha aşağıda kalıyor. Önce bir süre patika yoldan aşağıya doğru inip, daha sonra aşağıya doğru devam eden merdivenlere ulaştık. Şunu söylemeden geçmeyeyim, yanınıza mutlaka uygun bir ayakkabı alın. Patikadan inerken yer yer zorlanabilirsiniz. Merdivenlerin yarısında, 63 metre yüksekten düşen şelaleyi tam karşıdan gören bir teras var. Orada bir süre dinlenip, terastaki büfeden çay içtikten sonra, şelalenin alt kısmına ulaşmak için merdivenlerden inmeye devam ettik. Merdivenlerden inmek neyse de çıkmanın oldukça yorucu olduğunu belirteyim. Ihlara Vadisi’ni bilenler neden bahsettiğimi az çok anlayacaktır.

Çay ocağını işleten gençlerden aldığımız bilgiye göre; şelalenin hemen üst tarafı Gürcistan’dı. Daha sonra haritada kontrol ettiğimde gerçekten de şelalenin iki ülke sınırında olduğunu gördüm.

Şelalenin altına doğru ilerlerken, rüzgarın ve çarpmanın etkisiyle saçılan su damlaları bizi ıslatmaya başlamıştı. Hazırlıklıydık, zira şelalenin altına boşa gelmedik, yüzecektik. Çünkü bu deneyimin bizim için unutulmayacak bir deneyim olacağını biliyorduk. Şelaleye ulaşınca sanki dünyanın sonuna ulaşmışız gibi hissettik. Sanırım böyle hissetmemizde şelalenin iki ülkenin tam sınırında olması ve en yakın yerleşim yerine kilometrelerce uzak olması etkiliydi.

Hemen üstümüzü çıkarıp şelalenin düştüğü yerde oluşan havuza girmek için hazırlandık ama bu pek kolay değildi. Şelalenin suyu, dağlardan geldiği için ve yükseklerde hala kar olduğu için çok soğuktu. Hani şu ayağınızı soktuğunuzda bileğinizi kesen türden. Bir süre girip girmeme konusunda kararsız kaldık ama en sonunda fırsat bu fırsat deyip girdik suya. Kısa süreliğine de olsa bu eşsiz anın tadını çıkardık. Biraz suya girdik biraz da doğanın ve sessizliğin tadına vardık, daha sonra da geri dönüş için şelaleden ayrıldık. Geri dönüş yolunda bir sonraki durağın neresi olacağına dair kafamda planlar yapmaya başlamıştım bile.

Bu arada ufak bir sağlık sorunum sebebiyle bu hafta yazımı seslendiremedim, keyifle okumanızı diliyorum.

Yeni bir rotada görüşmek dileğiyle…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.