Kimin Kölesiyiz?
Aradan yıllar geçti ve Benjamin Franklin’in bir sözü kafamızda şimşeklerin çakmasına neden oldu. “Bir kölenin hayali özgür olmak değil, köle sahibi olmaktır.”
Aman tertip, can tertip, hasrete katlan tertip, bu günler gelir geçer, düşünme aslan tertip. Hatırlayanlarınız vardır elbet, Ersen ve Dadaşların bir döneme damgasını vuran bu güzel şarkısını.
Geçmiş dönemlerde askerlik yapanlar daha iyi bilir ki tertipçilik denen bir kavram vardı. Aynı dönemde asker olup, aynı dönemde de terhis olacak olan kişilere “tertip” denilir. En alt devre asker iseniz en zahmetli işleri sizin tertipleriniz yapar, en sıkıntılı yerlerde sizlere nöbet yazılır, en meşakkatli işleri siz yapardınız. Bu yazılı olmayan bir kural gibiydi, böyle olmayan yerlerde vardı mutlaka ama ağırlığı böyleydi.
Sivil hayatta ev konforuna alışmış, anne yemeğinden başka yemek yemeyen ana kuzusu çocukların bir araya geldiği, sabah kalkma saatinden akşam yatma saatine varana kadar her an’ın planlı ve programlı ilerlediği, askeri disiplin ortamı elbette ilk başta uyum sorunlarını da yanında getiriyordu. O ilk üç ayınızın hayatınızdan üç yılını götürdüğüne inanırdınız. Zira bir yandan terhis olmasına sayılı günler kalan en üst tertiplerin sevinci sizde; “biz de böyle günler görecek miyiz?” umutları yeşertirken, biraz hüzün biraz da “geçer be” diyerek efkârla işinize bakardınız.
Elbette bu zorlukların insana kattığı birçok değer de var. En basitinden kendi gücünüzün ve sınırlarınızın nerelere varacağını öğrenebilirsiniz. Yavaş yavaş alttan yeni tertipler geldikçe sizin yaptığınız sıkıntılı ve meşakkatli işleri onlara devredersiniz. Siz de artık kıdem almaya başlamışsınızdır. Artık siz de askere ilk geldiğinizde maruz kaldığınız zorlukları, onlara daha yumuşak bir dille yaptırmaya başlarsınız. Zamanla kıdeminiz arttıkça diliniz ve davranışlarınız kabalaşmaya başlar. En üst tertip olduğunuzda da, gece 3-5 nöbeti için daha erken bir saatte, 2 de kalkıp nöbete gittiğinizi unutacaksınız. Nöbet dönüşünde birliğin kalkıp kahvaltıya başladığını gördüğünüzde siz de direk kahvaltınızı yapıp sabah sporuna gitmenin zorluğunu hiç yaşamamış gibi birden “ne var? Zamanında biz de yaptık bunları.” Diyerek kasılırsınız. Oysa ki o birlikte yapılması gereken bütün işler, oradaki bütün askerlerin ortak görevidir. Yediğiniz yemekten, içtiğiniz suya varana kadar her şey aynıdır ama siz kıdemlisinizdir artık. O televizyonun kumandasının sizin tertiplerinizin elinde olması gereklidir ve söylemeye gerek bile duymuyorum ki herkes bilir, sizin istediğiniz televizyon kanalı açıktır.
Fakat eşitlik size o ilk birliğe katıldığınız zaman gereklidir. Zira o dönem yabancısınızdır, her şeye ve herkese. Askerlik biter aradan yıllar geçer ve askerliğin ilk dönemlerinde çektiğiniz sıkıntıları unutmazsınız ve kıdemli olduğunuzda yaptığınız bütün baskı ve haksızlıkları çektiğiniz sıkıntılara mahsup edersiniz. Böylelikle sizden sonra gelecek olan kıdemlilerin, yeni gelenlerin üzerinde ne kadar baskı kurabileceğinin yolunu açarsınız. Oysa ki birimiz çıkıp; “bizim uğradığımız baskıları, biz alttan gelenlere yapmayacağız. Burası bizim, dolayısıyla her işi eşit ve beraber yapacağız.” Diyerek, o döngüyü kırabilseydik hem orada hem de sivil hayatlarımız da birçok şeyi düzeltme imkânı bulacaktık.
Aradan yıllar geçti ve Benjamin Franklin’in bir sözü kafamızda şimşeklerin çakmasına neden oldu. “Bir kölenin hayali özgür olmak değil, köle sahibi olmaktır.”
Köle isek kimin kölesiydik? Nefsimizin mi? Arzu ve isteklerimizin mi? Kinimizin mi? Akıl yetirebilen var da beni de aydınlatır ise çok mutlu olurum.
Ha bu arada gerek reel hayatta gerek ise bu platformda bana tahammül edip yüreğinde yer açan kıymetli kardeşim Fatih Özben’e buradan teşekkürlerimi iletiyorum, zira yüz yüze iken dostlarımıza teşekkür edebilen yapıda değiliz maalesef.