DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Keyifsizliğin Sistematiği

Öğrencisi, işçisi, memuru, esnafı… Hayatın her alanında var olan bu insanların yüzlerinin daha çok gülmesini istemek çok mu?

Keyifsizliğin Sistematiği
13.01.2023
4.032
A+
A-

Bugün Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde çözülemeyen, ısrarla da çözülmek istenmeyen bir problemden bahsetmek istiyorum. Öğrenmek, üretmek ve çalışmanın keyifsizleştirilmesi ve değersizleştirilmesi sorunundan… Oysa bu uğraşların hepsi insanın ruhuna, zihnine ve bedenine iyi gelen uğraşlar… İnsan öğrenmenin heyecanını, üretmenin hazzını, çalışmanın gururunu yaşadıkça mutlu olur. Gelin görün ki mevcut sistemde birçok güzelliğin içinin boşaltıldığı gibi öğrenmenin de üretmenin de çalışmanın da içi boşaltıldı. Daha kötüsü eziyet noktasına getirildi.

Öğrenme mevzusundan başlayıp bu işi profesyonel olarak yapan öğrencileri ele alalım. Oturduğum binada öğrencilerle asansörde karşılaştığımda özellikle yüzlerine bakıyorum. Bazen de iletişim kuruyorum. İfadelerinde müthiş bir memnuniyetsizlik ve bedenlerinde yorgunluk görüyorum. En enerjik olmaları gereken dönemde düşük omuzları, donuk bakışları ve tüm ketum tavırlarıyla sessiz bir çığlık atıyorlar “BİZ MUTSUSUZ!” Peki, haksızlar mı? Bence çok da haksız sayılmazlar. Neden mi? Bu çocuklar sabah altıda kalkıyorlar. Yedi civarında da yollara düşüyorlar. Bir insan en sevdiği işi de yapsa haftanın beş günü sabah altıda kalktığında o iş artık sevgiden çıkar eziyete dönüşür. Okuldaki derslerin içeriğine girmeyeceğim bile. O bambaşka bir yazı dizisine konu olacak kadar derin çünkü. Ama kısaca şunu söyleyeyim, ders içerikleri de -bizim döneme nazaran biraz daha iyi durumda olmasına rağmen- olması gerekenin çok uzağında… Hal böyle olunca ister istemez sitem ediyorum. Her gün ne kadar büyük bir ülke olduğumuzu ne kadar güçlü olduğumuzu kürsülerden haykıran siyasetçilerimizin büyük ülkeden anladıklarının yalnızca İHA’lar, SİHA’lar ve ordumuzun mevcut asker sayısı olmasına sitem ediyorum. Bu büyük ülke çocuklarına sabah dokuzdan öğlen üçe kadar eğitim görebilecekleri, öğle arasında sağlıklı ve yeterli kaloride besin alabilecekleri imkânı veremez mi? Çocuklarını mutlu edemeyen bir ülke ne kadar büyük bir ülke olabilir? Bir baba düşünün, evdeki çocuklarına sevgi göstermekten, karınlarını doyurmaktan, birlikte vakit geçirmekten aciz bir baba… Ama aynı babanın muazzam bir dövüşçü olduğundan, çok güçlü olduğundan bahsettiğini düşünün. Pek imrenilesi bir baba figürü olmasa gerek.

Gelelim çalışma hayatının keyifsizleştirilmesi olayına. Yukarıda bahsettiğim eğitim süzgecinden geçen biz çalışanlardan çok da sağlıklı bir sistem geliştirilmesi beklenmezdi ve öyle de oldu. Bugün çoğu insan için çalışmak tamamen temel ihtiyaçları karşılamanın ve hayatta kalmanın bir gerekliliği. İnsanın yalnızca para için hatta yalnızca hayatta kalmaya yetecek kadar bir miktar için gününün en kıymetli On saatini heba etmesine bizleri kim veya kimler ettiyse o kişi veya kişilere düşmanlığın yanı sıra büyük saygı duyuyorum. Bugün toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan ücretli çalışanların insanın fıtratına aykırı çalışma saatlerinde ve koşullarında çalışması ve bunu küçük bir azınlık için yapmaya rıza göstermesi gerçekleşmiş bir ütopyadır. Bir kere geldiğimiz dünyanın 24 saatlik bir gününün -yol ile birlikte ortalama- 12 saatini bir işe gelmesini nasıl normalleştirdik hala anlamış değilim. Üstelik bu çalışma saatlerinin insanın hem beden hem ruh sağlığı açısından zararlı olduğu, verimliliği düşürdüğü defalarca kanıtlanmışken… Birçoğumuz iş yerinde olduğumuz 10 saatin yalnızca 5-6 saatini aktif ve verimli olarak çalışmaya ayırıyor, geri kalan saatlerde mesai denen kavramı doldurmak için oyalandığımız gerçeğini biliyorken bu ikiyüzlülüğü neden benimsiyoruz onu da anlamış değilim.

İnsan keyif aldığı, anladığı ve yapmaktan gurur duyduğu bir işi yaptığında; o işin neticesini gördüğünde, üstelik o işten elde ettiği gelirle tüm ihtiyaçlarını karşıladığında aldığı hazzı düşünün. Bu hazzı yaşamayı istemek, daha mutlu, daha sağlıklı bir insan olmayı istemek, kendimize ve sevdiklerimize daha çok vakit ayırmayı istemek, çalışmaktan ayrı dinlenmekten ayrı zevk almayı istemek çok mu? Daha makul bir saatte uyanıp, daha makul saatlerde işten çıkıp hayata karışmayı istemek çok mu?

Öğrencisi, işçisi, memuru, esnafı… Hayatın her alanında var olan bu insanların yüzlerinin daha çok gülmesini istemek çok mu?

Elbette çok değil. Ama bizler ilk önce neyi istediğimize karar vermemiz, sonra da bu istekleri nasıl gerçekleştireceğiz onu netleştirmemiz gerekiyor.

Umarım öğrencilerin öğrenmekten, çalışanların çalışmaktan, üretenlerin üretmek keyif aldığı mutlu günleri görürüz.

YORUMLAR

  1. Sevda dedi ki:

    Kalemine sağlık