İçimizde ki Yaşam Ve Öğretmenler
Bazen bazı kelimeler ararsınız söyleyeceklerinize tercüman ya da yazacaklarınızı en iyi anlatacak. Ama o kelimeleri asla bulamazsınız bir yerlere saklanmışlarda bulunmak istemiyorlar gibi. O kadar yükü taşımak istemiyorlar, kendi üzerlerine almak istemiyorlar gibi.
“Bir sürü insan var içimizde. Savaşmayı ya da kaçmayı tercih eden. Yürümeyi ya da koşmayı seven. Yüzünü ya da sırtını çeviren rüzgara. Bir ay çiçeği gibi güneşe bakan ya da bir kardelen gibi kimsenin tahmin etmeyeceği yerlerde açan. Bir sürü insan var içimizde. Hepsi bizim. Hepsi biziz. Elinden tutup aydınlığa çıkardığımız, birilerinden utanıp odalara sakladığımız, bir kahraman gibi ortaya attığımız, o yapamaz diye kenarda bıraktığımız, konuşturduğumuz, yarıştırdığımız, savaştırdığımız, korkuttuğumuz, susturduğumuz onlarca insan var içimizde. Hiçbirimiz, sadece bildiğimiz insandan ibaret değiliz. Ve kim gibi görünüyorsak uzaktan, aslında o bizim sadece göstermeyi tercih ettiğimiz.” Diye yazmış Ege Soley “Başka” kitabının son sayfasında. Ve bende bir kelimesini bile eksiltmeden koymak istedim buraya.
Hayatta okuduğumuz izlediğimiz şeyleri rastgele seçtiğimize her zaman inanamıyorum. O dönem ihtiyacımız olan neyse elimizde kalbimizde bizi ona götürüyor bence. Bu kitabın son sayfasını okuduğum an yeniden öyle hissettim ve bu son sayfa gibi birkaç son sayfa daha olsa da okusam dedim.
Bazen bazı kelimeler ararsınız söyleyeceklerinize tercüman ya da yazacaklarınızı en iyi anlatacak. Ama o kelimeleri asla bulamazsınız bir yerlere saklanmışlarda bulunmak istemiyorlar gibi. O kadar yükü taşımak istemiyorlar, kendi üzerlerine almak istemiyorlar gibi. Bazen insanlar bile kendilerini bu şekilde hissediyor olabilirler. Bunu en iyi ifade eden kişi Murathan Mungan’dır belki de.
“Kimsenin konuşmadığı bir dil gibiyim…
Kimsenin inanmadığı bir deli…
Yazarının bile okumadığı bir kitap…
Hiç çalmayan bir şarkı…
Hiç vatandaşı olmayan bir ülke…
Hiç sorulmayan bir soru gibiyim…
Kalabalıklar içinde varım ama yok gibiyim…”
Diyerek. Yok olmak isteriz… Bu sadece kaçmak için olmaz çoğu zaman. Etrafımızdaki kötü şeylere dayanamadığımız da olur, görmeye bile dayanamadığımız görüntülerden olur ve en önemlisi bazen de gerçek “Ben” e gitmek için yok olmak gerek, hiç olmak gerek.
Küçüklükten itibaren bizi yetiştiren en önemli otorite belki de öğretmenlerimizdi. Yani bizim zamanımızda öyleydi. Eve gelip okulla öğretmenle ilgili bir şikâyet belirtsen bile asla sen haklı çıkamazdın. Öğretmen dediyse doğru, öğretmen yaptıysa haklıydı.
Mesela ilkokul öğretmenimi hatırlıyorum şimdi Suzan hocam, ne kadar nahif bir öğretmendi. Sınıfta kimse korkmazdı ondan ama hepimiz saygı duyardık. Hastalansa çiçek alıp hemen evine ziyarete giderdik tüm sınıf. Şimdi etrafımda gördüğüm öğrenci ve öğretmenlere bakınca görünen samimiyetin bile eskisi kadar gerçek olduğuna inanamıyorum.
Öğretmenler açısından hep çok şanslı olduğumu düşünürüm hala. Hep iyi insanlar çıktı karşıma. Bunu bana çok iyi eğitim verdiler okudum üniversite kazandım gibi bir yerden söylemiyorum, bana güzel örnek oldular ve öğretim kısmını çok doğru gösterdiler diye düşünüyorum.
Şuan hayatta tutunmamızı sağlayan çoğu öğreti o zamanların tecrübesidir. Ve hala bir öğretmenimi gördüğümde görmemezlikten gelmiyorsam veya yolumu değiştirmiyorsam bu o zamanlardan beri içimde onlara karşı koruduğum saygı ve muhabbetin eseridir. Ve bu kolay kolay kazanılacak bir olguda değildir bana göre. O yüzden hepsine buradan da teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Çünkü her zaman iyi öğrenci olmak, çalışkan olmak yetmez. O zamanlarda bir öğretmeninin lafıyla tüm kariyer planların değişebilir. O yüzden iyilere denk gelindi mi kıymet bilmeyi bilmeli insan…