DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Değer

Sesli Dinle

Beladan telaşla kaçarken Mehmet’in başka bir belayı bana o gece getireceğini nereden bilebilirdim ki? Her şeyden habersiz, dahası çaresizce Mehmet’i beklemeye başladım… Kırk Beş Dakika sonra Mehmet ve arabada bir polis arkadaşı beni almaya gelmişlerdi.

Değer
05.11.2021
7.744
A+
A-

Gurbette yaşanan yoksulluk, şehrin çeperine ürkekçe yerleşmiş her barakada benzer hikâyeler yaşatır insana. Çoğu zaman da benzer sonlar. Fakat arada nadir hikâyeler de çıkar. Kayalar arasındaki çatlaktan fışkıran bir çiçek gibi, enkaz olmuş bir hayatın içinden çıkan mucize bir kurtuluş gibi… Ben, Değer. Kaya gibi sert, enkaz olmuş bir hayatın içinden biraz yaralı, biraz kırılmış ama çokça güçlenmiş bir kadın olarak sizlere anlatacaklarım var. Önce ilerde yapacağım tüm hataların sebebi olan –psikoloğum Hakan’a göre- ailemden ve tabi çocukluğumdan bahsetmem gerek.

Tunceli’den Adana’ya göç ettiğimizde henüz altı yaşında yerinde duramayan bir kız çocuğuydum. Oturduğumuz ev çıkmaz sokak olduğu için uykum gelene kadar akranlarımla oynar, eve gittiğimde yorgunluktan direk yatağa devrilirdim. Gerçi şimdi de değişen bir şey yok, 43 yaşındayım ve eve yalnızca devrilip yatma vakti gidip şafak vaktinde kaçıyorum. Baba dayağından ve anne kasvetinden kaçışı o yaşta öğreten hayat, şimdilerde patronumdan, iş arkadaşlarımdan ve hayatıma giren adamlardan kaçmayı öğretti. Gerçi kaçtığım o kadar çok şey vardı ki şu hayatta, sanırım en iyi bildiğim şey “hâla” kaçmak. Kendimden, ailemden, insanlardan ama yine de en çok yalnızlıktan.

Evde dört kardeş beraber büyüdük yalnızca birimiz bu bataklıktan kurtulabildi. Evin erkeklerinin yiyip içip borç biriktirmekten başka gayesi yoktu. Üç kız kardeş küçük yaşlardan beri evdeki erkeklerin anlamsız borçlarını kapatmak, annemizin daha az dayak yemesini sağlamak için didindik durduk. Epeyce de yorulduk. Fakat aile bazen bataklık gibidir. Çıkmak ister çıkamazsınız, kaçmak ister kaçamazsınız. Bağırmak ister ses çıkaramazsınız. Evdeki bu iç karartıcı tablodan ve yalnızca koca bir delik gibi evin enerjisini ve parasını sömüren babam ve erkek kardeşimden kaçmak için hayatıma hep daha sorunlu erkekleri dâhil ettim. Kaçtığım yalnızlıktı, kaçıp bulduğum adamlar ise hep yalnızlığımı arattı. Sanırım onlardan bahsetme sırası geldi…

Bana yalnızlığı aratan ilk adam Fetih isminde bir mafyaydı. Yirmili yaşlarımın enerjisi ile çalıştığım giyim mağazasının yanında beyaz eşya dükkânı vardı. Beyaz eşya dükkânı bir paravandı elbette. Bunu dükkâna giren çıkan tiplerden anlayabiliyordum. Hiçbirisi çamaşır makinesi bakacak tipler değillerdi. Benim onun dükkânını gözetlediğim gibi o da benim çalıştığım giyim mağazasını gözetliyordu elbette. Bunu sonraki dönemlerde bana itiraf ettiğinde öğrenmiştim. Hatta ziyaretime gelen polis arkadaşlarımın olduğunu görünce benim de oraya yerleştirilmiş bir polis olduğumu bile düşünmüş. Bunun yarattığı psikolojiden olsa gerek bizim tanışmamız da bir kavga ile başladı.

Fethi mağazaya gelen araçların dükkânın önünü kapatmasını bahane ederek bizim mağazamıza girmişti. Herkese yüksek sesle konuşurken sıra bana gelmiş, bense önünde korkusuzca dikilip gözlerinin içine bakıp ondan daha çok yüksek sesle bağırınca gözlerindeki şaşkınlıkla karışık hayranlığı ilk o zaman sezmiştim. Ben bağırınca sustu Fethi. Sonra usulca dükkânına gitti. Ertesi gün mağazada tek olduğum sabah saatlerinde yanıma gelerek özür diledi ve böylelikle tanışmış olduk. Sonraları bunu dışarda buluşmalar izledi. Samimiyet artınca buluşmalar daha da sıklaştı ve en sonunda her akşam mağaza kapanır kapanmaz soluğu Fethi’nin yanında alır olmuştum. Bu duygunun adının aşk olduğunu anlayamayacak kadar aşk denen kavrama uzaktım o aralar.

Her şey çok da güzel ilerlemişti. Sabah uyanmak için, hatta o kasvet dolu mağazaya gitmek için bir sebebim vardı. Akşamları kaçamak birkaç saatlik buluşmalar yetmeyince Fethi beni yemeğe davet etti. Yemek Mersin’in bilinen bir otelinin şık restoranındaydı. Adana’da yakalanma riskinden ötürü Mersin’de bir otelde kalmayı seçmiştik. Yemekte artık ilişkimizin adını koymuştuk, hatta Fethi beni çok şaşırtarak tektaş yüzük çıkarmıştı. Bu beklenmedik sürprizle ayaklarımın yerden nasıl kesildiğini hala o anki kadar sahici hissederim.

Tahmin edileceği gibi gece sonunda odamıza geçmiştik. Tüm gece içimi dolduran heyecan yerini gerilime bırakmıştı. Çünkü Fethi’nin tavırları ve bakışları beni tedirgin etmişti. Nitekim tedirginliğimi haklı çıkarırcasına Fethi’nin iğrenç saldırısına maruz kalmıştım. Gözü dönmüşçesine üzerime çullanmıştı. Ben kolumla ve tekmelerimle onu savuşturmaya çalışırken belinden çıkardığı silahını çenemin altına dayamıştı. Bu Fethi’nin bana yaşattığı ilk travmaydı. Fakat ne yazık ki son olmayacaktı. Ben çenemin altında hissettiğim soğuk namluya rağmen çığlık atmayı başarmıştım. Birkaç dakika içinde odamızın kapısı otel görevlileri tarafından yumruklanmaya başlamıştı. Hemen ardına polisin geleceğini adı gibi bilen Fethi silahı beline tekrar sokarak üzerimden kalkmıştı. Bunu fırsat bilerek odadan fırlamış ve kimseye tek kelime etmeden otelden koşarak uzaklaşmıştım.

Aklıma ilk olarak polis arkadaşım Mehmet gelmişti ve buza kesmiş parmaklarımdan zoraki telefonu tuşlayabilmiştim. Mehmet’in Adana’dan gelmesi bir saati bulurdu ama başka da sığınacak kimsem yoktu. Beladan telaşla kaçarken Mehmet’in başka bir belayı bana o gece getireceğini nereden bilebilirdim ki? Her şeyden habersiz, dahası çaresizce Mehmet’i beklemeye başladım… Kırk Beş Dakika sonra Mehmet ve arabada bir polis arkadaşı beni almaya gelmişlerdi. Mehmet şaşılacak bir çabuklukla yanıma ulaşmıştı. Hiç konuşmadan hemen arabaya binmiştim. Mehmet’in yan koltuğunda oturan adam elini uzatmış ve “merhaba ben Turgay” demişti.

Bana uzatılan o elin beni başka bir belaya sürükleyeceğini bilmeden ben de elimi uzatmış ve “Merhaba, ben Değer” demiştim…

(devamı haftaya)

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.