DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Bir Garip Merzifonlu

Sesli Dinle

“Bizim derdimiz tarih yaratmak değil. Türk Tarihini tetkik edecek, onu en doğru şekilde gelecek nesillere aktaracak insanlara muhtacız.”

29.09.2020
19.944
A+
A-

“Elinde sihirli bir değnek olsa ne yapardın?” Diye sorsalar. Cevabım net olurdu. “Bir zaman makinesi yapar, geçmişe gitmek isterdim.” Derim. Konuyu açtım, şimdi geçmiş yolculuğuna çıkayım. Hatta gelin beraber çıkalım; size bir yetimin gerçeğini, Padişahların yapamadığı işi yapan bir komutanı, hatta Ulu Önder Atatürk’ün; “Onun yaptığı iş, herkesin yapabileceği bir iş değildir.” Diyerek taltif ettiği rivayet edilen bir vezirin hikâyesini anlatayım.

1925 Yılına kadar Ankara’nın, şimdi ise Eskişehir’in ilçesi olan Sivrihisar diye bir yer var. Sivrihisar’da da Cendere diye bir köy. Bu köy de öyle bir aile yaşadı ki 1360-1500 yılları arasında 5 tane de vezir çıkardı. Biz bu aileyi Çandarlı Ailesi olarak tanıdık. Bu ailenin ilk ileri geleni Cendereli Kara Halil Paşa’dır ve Şeyh Edebali ile de akrabadır. Paşa, Osmanlı Beyliğinin İmparatorluğa geçiş süresinde birçok konuda etkili olmuştur. Başlıca icraatları ise; Osmanlıda ilk düzenli yaya askerlerin temelini atmak, yeniçeri olarak adlanacak askeri birliğin kuruluş felsefini oluşturmak, devşirme politikasını hatta sadece devlet adamı yetiştirmek için bir mektep fikrini de bu vezir bulmuştur.

Bu politikalar zamanla derinleşmiş, kabuk değiştirmiş, kökleşmiş en köklüsü de Enderun olmuştur. Enderun konusu ayrı bir yazı konusu zaman kaybetmeden yolculuğumuza devam edelim. Enderun’da bir kural çok önemliydi, Türk çocuklar Enderun’da okuyamazdı. Cendereli Kara Halil Paşa sadece Türk çocuklarını okutmak için bu mektebi kurmuşken bu karar nasıl olmuşta tam tersine dönmüşse ayrı bir merak konusudur. İşte bizim meşhur olacak vezirimiz, bu Enderun’da Türk olduğu halde yetişme fırsatı bulan ender Türk Evladından birisidir.

Bağdat kuşatması sırasında şehit olan Sipahi Oruç Bey, Mustafa adında bir yetim bırakır arkasında. Mustafa’ya Köprülü Mehmet Paşa sahip çıkar ve oğlu Köprülü Ahmet Paşa’dan ayrı tutmadan yetiştirir. İyi karakterli, zeki ve çalışkan olan Mustafa zamanla devlet görevlerinde yükselip vezir olur. O zamandan devşirmelerin gözüne batmaya başlar. Babasından sonra vezir olan Köprülü Ahmet Paşa İstanbul dışına çıktıkça Mustafa, Vezire vekalet eder. 1676 yılına Köprülü Ahmet Paşa ölünce, Padişah Mustafa’yı Veziri Azam yapar. Zaten devşirmelerin gözüne batmış olan Mustafa, veziri azam da olunca tamamen göz önündedir artık. İdealist adamdır Mustafa fena disiplinlidir ve gözü karadır. İcraatlarıyla Kara Mustafa Paşa olarak anılmaya başlanır. İdeallerinden birisi de Osmanlı’yı Kanuni’nin azametine çıkarmaktadır. Orduların başında Kara Mustafa Paşa’nın gelmesi askerin moralini yüksek tutar. 1678 yılında Ruslara kök söktürür ve yıllardır alınamayan kuzeyin en stratejik kalesi olan Çehrin Kalesini alır. Osmanlı’nın Kuzeyde en uç noktaya varması bu paşa sayesinde olur. Paşa, bu başarıdan dolayı İstanbul’da bizzat padişah tarafından karşılanır. Bu alaka Kara Mustafa Paşa’nın içeriden düşman kazanmaya başlamasına neden olmuştur.

Gün gelir 2. Viyana kuşatmasına çıkılır. Bu kuşatma çeşitli nedenlerde bozguna uğrar tam da Viyana kapıları açılacakken. Budin Beylerbeyi Arnavut İbrahim, ordu sağ kanat komutan iken kaçar. Kırım Hanı Murat Giray çeşitli sebeplerle Tuna köprüsünden geçen düşmana müdahale etmez. Asker, nedense kuşatma bitti şehir düştü fikrine kapılıp savaşı bırakır ve yağma peşinde koşar. Müttefik hristiyanların kuşatma esnasında karşı cepheye geçmeleri de kuşatmanın bozguna uğramasına neden olur ve daha bir sürü sorun nedense aynı anda ortaya çıkar. Her bir sebebin arkasında içerideki devşirmelerin illaki parmağı vardır fakat Paşa’nın daha büyük sorunu vardır. Ordu bozguna uğrayacaktır ve toplanması gerekir.

Paşa inanılmaz bir kriz yönetir 170.000’den fazla olan askeri Belgrad’da tekrar bir araya toplar. İlk önce Arnavut İbrahim’i yakalar ve ihanetinden dolayı cezalandırır. İbrahim yakalanmadan önce İstanbul’a çoktan devşirmelere haberi uçurmuştur bile. Notta “Kara Mustafa, orduyu çil yavrusu ko’madı. Bu Viyana’yı Kanuni’den başka birisi alacaksa o da bu Kara’dır.” Yazar.

Bozgun haberini alan ve Paşa’nın kuyusunu kazan devşirmeler pek sevinmiş hatta Zenci Yusuf ve Boşnak Sarı Süleyman ellerine mendil alıp döne döne oynamışlardır. Padişah ise her kuşatmanın ilk seferde sonuç getirmeyeceğini bildiği için durumu normal karşılar. Yaşanan bozgundan sonra orduyu en az zararla tekrar topladığı için de Paşa’ya moral ve teşvik olunması hasebiyle murassa kılıç (değerli taşlarla bezeli kıymetli kılıç) hediye gönderir. Devşirmeler Paşanın kellesini beklerken sitayiş haberi gelince yas tutmaya başlarlar. Çünkü bilirler ki devlet ve töre bilen Kara Mustafa, mutlaka kendilerine de ulaşıp gereken cezayı verecektir.

Devşirmeler hiç vakit kaybetmeden Kara Mustafa’nın saltanata göz diktiğinin fitnesini yayarlar. Bu fitne çabuk etki gösterir ki saltanat konu olunca hüküm de net olur. Paşa; devlete, töreye sadık, dirayetli, sert mizaçlıydı ve yağcı takımından hiç hoşlanmazdı. Seciye yüksek olunca düşmanı da çoktu. 25 Aralık 1683’te Belgrad’a ferman ulaşır. Fermanı getirenlerin birisi de devşirmedir.
Paşa, ferman geldiğinde namaza başlayacaktır ama İmam Mahmut Efendi’yi durdurur. Kethüda ve Çavuşbaşı, Paşa’nın huzurunda dururlar.

“Ne haber geldi?” diye sorar.
“Mühür ve Sancak-ı Şerif istenir.” Diye cevap alır.
“Bize ölüm var mıdır? Der.
“Olmak gerek, Allah imandan ayrımasın.” denir.
“Rıza Allah’ındır.” Der.
Namazını bitirir hizmetçilere döner “Sizler artık varın gidin beni de duadan unutman.” Diye ekler. Kavuğunu, kürkünü çıkarır altındaki halıyı kaldırtır. “Bedenim toprağa düşsün. İpi de hoş usulüyle takın.” Der.

Töre bilen sadık vezir elindeki askerlerle devlet kurabilecek durumayken, askerler de kendisini çok seviyorken hatta fermanı getiren iki adamı yok edebilecekken, koca paşa o an dahi padişaha, emre, otoriteye karşı çıkmaz. Son isteği toprağı hissetmek olan paşa hakkın rahmetine kavuşur.

Bu fermandan tam 250 sene sonra 1933 yılında Ulu Önder Atatürk okulları gezmektedir ve tarih dersinin işlendiği bir sınıfa girer. Konu 2. Viyana kuşatmasıdır öğretmen Merzifonlu hakkında sert konuşur. Başöğretmen araya girer; “Öğretmen Bey, 170.000 kişilik orduyu İstanbul’dan Viyana’ya götürmek dahi her komutanın yapabileceği bir şey değildir. Bu büyük olayı Merzifonlu başarmıştır bir de Kanuni. Merzifonlu böyle bir komutandır. Gençler, Merzifonlu değerli bir komutandır ve bunu böyle biliniz. Böyle yenilenler, yenilmiş sayılmazlar.” Tabi bunun bir rivayet olduğu söylenir ama töreye, devlete, merkeze bağlı olan Merzifonlu ancak bu kadar taltif edilirdi.

Yazımızı Cevat Rifat Atilhan’a ait bir söz ile bitirelim;
“Bizim derdimiz tarih yaratmak değil. Türk Tarihini tetkik edecek, onu en doğru şekilde gelecek nesillere aktaracak insanlara muhtacız.”

Ve başladığımız geçmiş yolculuğuna bir mola vererek odunculuktan azamlığa yükselen başka bir vezirin hikayesinde buluşmak üzere sözleşelim esen kalın.

Not: Yazıda; Öztuna, Danişment, Uzunçarşılı’dan ve en fazla katkı Mevlut Uluğtekin Yılmaz’dan yapılmıştır. Çarpıtılmış, yalan, yabancı ve ısmarlama tarih kaynakları ve referansları özellikle görmezden gelinmiştir.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.