DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Tarihini Bilmem Ama Hoşça Kaldım

Sesli Dinle

Kitabın kapağına içindeki öykülerle hemhal olabilecek bir şerh düşmüş sevgili yazar. “Kaybetmek bizim işimizdir.”

Tarihini Bilmem Ama Hoşça Kaldım
25.03.2021
9.070
A+
A-

“Şermin YAŞAR, TARİHİ HOŞÇA KAL LOKANTASI”

Harflerin, kelimelerin, cümlelerin bizlere yarenlik ettiği bu yolda ilk durağımız, ilk soluklanmamız, ilk misafirliğimiz Şermin Yaşar’ın Tarihi Hoşça Kal Lokantası’na. Kitap bir kervansaray misali, içinde yer alan öyküler, kervansarayın büyüklü küçüklü, kimi zaman da masaldan fırlamış büyülü odalarına benziyor.

Daha önce “Gelirken Ekmek Al” kitabı ile çaldığım bu kapıyı, Tarihi Hoşça Kal Lokantası ile perçinliyorum. Umduğunun ötesini bulmuş bir okurum artık.

İçinde pek çok hikâyeyi barındıran bir öykü kitabı Tarihi Hoşça Kal Lokantası. İlk öyküden alıyor içine okuyucuyu satırlar ve siz, artık kendinizden de parçalar bulabildiğiniz o satırların müdavimi oluyorsunuz.

Bir bakkala giriyorsunuz, bu bakkalın silinmekten rengi atmış zemin taşlarının, ona basan ayakların öykülerine tanıklık ediyorsunuz. Kusura Bakma Dağları’na çıkıp ikliminizi değiştiren bir yürek yıkıntısının yağmurunda ıslanıyorsunuz. Terketti Hatun Ziyaretgâhı’nda, terk edilmiş bir yârin yarasına dua ederken ya da umuduna çaput bağlarken buluyorsunuz kendinizi.

Bir Olsun Hırkası geçiriyorsunuz üstünüze, Nasip’inizi kovalarken göz göze geldiğimizi unutmanın sadece bize ait bir durum olduğunu, bir kuşun gördüğü yüzü asla unutmadığını da öğreniyorsunuz.

Her gün yürüdüğünüz o sokaktan yazarın satırlarına damıtılmış o bakkala gitmiş, o caddeden geçmiş, o kahveden içmiş, o trene binmiş olabilirsiniz bir okuyucu olarak ancak o anlara şahit tutulurken “Bu neden benim aklıma hiç gelmedi ya da ben neden hiç bu şekilde düşünmedim?” diye sorgulatıyor yazar.

Bir öyküsünde, “Konuşana kadar herkes sıradan, herkes birbirinin aynısıydı; dertlerimizle farklılaşıyorduk, anlattığımızda birbirimizden ayrılıyorduk.” diyor sevgili yazar. Kitabın içindeki öyküler de aynı minvalde… Okuyana kadar şahit olmuş olsanız bile her şey sıradan. Onları diğer sıradan olanlardan ayırmak için muhakkak tanış olmak gerekiyor bu satırlarla.

Her şeyi çok hızlı yaşayıp bitirdiğimiz 21.yüzyılda, kıyıda köşede kalmış; saniyelerin, üstünü bir toz parçası gibi örttüğü, günlük telaşemizin içinde kaybolup gitmiş anları, anıları, satırlarla yüklü bir fanusa koymuş ve ömürsüz, doyumsuz bir örüntü çıkarmış ortaya Şermin Hanım.

Kitabın içindeki öykülerde bir taraf olmuyorsunuz. Zira her tarafı baştan aşağı sizden parçaları barındırıyor. İçindeki öyküleri bazen bir arkadaşınızdan dinliyor, bazen yan komşunuz yaşıyor yahut bir akşam sofrasında kendi ailemizde cereyan ediyormuşçasına bizden.

Kitabın kapağına içindeki öykülerle hemhal olabilecek bir şerh düşmüş sevgili yazar. “Kaybetmek bizim işimizdir.”

Peki, hep mi kayıpları anlatmış, hep mi kaybedenler misafir olmuş bu satırlara?

Baktığımız açıdan değişir bu soruların cevabı. Ancak şunu diyebilirim ki, sadece bizler kadar var. Bizim hayatlarımızda olan kayıplar kadar yer almış satırlarda kaybedenler.

Üstelik bunu ortaya koyarken palas pandırasta yapmamış. Katıp karıştırıp bir bulamaç gibi koymamış önümüze. Bir kitabın satırlarına, bir gönül sofrasına davet ettiğinin farkında sevgili muharrir. Bu yüzden her şey muntazam, her kelime yerli yerinde. Sözcükler kaynağından yeni çıkmış bir duru su sanki. Kelimelerin zarafeti birbiri ile yarışacak kadar kıymettar.  Bu yüzden okurken eğreti hissetmiyorsunuz, ilk defa karşılaşmanın tedirginliğini duymuyorsunuz.

Öyküsünün bir yerinde;

“…

Çünkü burası Tarihi Hoşça Kal Lokantası. Giderken herkes hoşça kal diyor; ben de kimseye “Gitme “demiyorum. Gitme demeyince, tekrar gelmiyorlar. Oturup hoşça kalıyorum lokantada.” (s.43) diyor sevgili yazar.

Bana da “Gitme” demedi. Ama inanıyorum ki biz, belki aynı satırlarda belki de kapağı açılmamış yeni kitaplarında, altı çizilmemiş yeni satırlarında muhakkak yine ve yeniden karşılaşacağız. Çünkü bazen, bazı sözcüklere ihtiyaç duymaz insan. Çünkü susmak bazen, bütün kelamların anlatamadığı şeyleri de haykırır.

Bir okuyucu olan beni o denli güzel ağırladı ki bu satırlar, “kal” ya da “yine gel” sözüne ihtiyaç hissetmiyorum. Size de “kal” ya da “gel” demeyecektir. Ama bir okuyucu olarak ben, siz sevgili okurlarıma muhakkak uğrayın derim Tarih’i Hoşça Kal Lokantası’na.

Mönüyü istediğinizde çeşit çeşit yiyecekle midenizi değilse bile ruhunuzu doyuracağınızın teminatını verebilirim sanırım.

Gönül hanesini bize açmış yeni satırlarda görüşmek umuduyla. O vakte kadar hoşça kalın.

YORUMLAR

  1. Seher dedi ki:

    Kaleminize sağlık Sevim Hanım👌🏻

  2. Zeynep Kara dedi ki:

    Yine harika bir paylaşım

  3. Hülya dedi ki:

    Bir avazda okuyorum yazılarınızı ☺️ kaleminize yüreğinize sağlık 👏🏻

  4. Kübra Gül dedi ki:

    Hem okuyorum hem de dinliyorum. Yüreğinizden kaleminize dökülen kelimelerin dil aracılığıyla nasıl güzel bir ses haline geldiğini seyrediyorum. Kalbinize sağlık.

  5. Songül dedi ki:

    Kalem sağlam olunca kelimeler size geliyor. Yüreğinize sağlık.