DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

İstikrar

Sesli Dinle

Bu dünyada dost vefayı yar sevdayı bilsin yeter sözüyle birlikte, düşlerimizin değil haklarımızda hayırlı olanların gerçekleşmesi duası ile.

İstikrar
20.09.2021
7.714
A+
A-

Görüş açıları geniş, muhakeme yetenekleri açık siz değerli dostlara selam ederim.

Bildiğiniz üzere olgu dairesinde doğruluğuna inandığım tespitlerimi, analizlerimi, tecrübelerimi satırlara dizerek, öz eleştiri yapmak ve sorunlara çözüm sağlamada bir zerrede olsa katkıda bulunmak prensibiyle siz değerli okurlarıma sesleniyorum.

Yaşam gerçekliğinde ki ele aldığım konuları işin ehillerine bırakmak ise cehaletten kaçınmanın temeli diye inanıyorum.

Özellikle manevi konularda ana başlıkların ötesine geçmemeye özen gösteriyorum. Yaşı malum dünyamızda, süresi malum yaratılmışlarız. Bizden öncesi ve bizden sonrası konusu gerçek uzmanlık gerektiren olgu. Ancak bizim yaşam süremizde ki yaşananlar, istikrarımızı somut olarak gösteriyor.

Yani; İnsanların atası Hz. Adem ile başlayan ve halen devam eden yaşam dairesinde, insanların öğretilerle donatılması için yaratıcı tarafından binlerce kez elçiler gönderilmiş. Fakat insanoğlu ilk olarak bu elçilere, peygamberlere karşı gelerek göstermiş doyumsuz nefislerinin kudretini.

Kaynağı aynı olan tüm inanışlarda kutsal kelamlarda ve elçilerin öğretilerinde aynı daire etrafında dönen bir olgu var. Günümüzde inanmışların yoğun olarak var olduğu Yahudilikte, Hristiyanlıkta ve Müslümanlıkta aynı ana hatlar üzerinden anlatılmış, insanların mutlu şekilde yaşayabilmelerinin kuralları. Tüm dinlerde var olan namaz, birçok farklı nedenle olduğu aşikâr, abes yerlerin örtünmesi gibi yaratıcının görev verdiği ibadetler tebliğin çok az bir kısmına tekabül ederken, kalan büyük kısımda toplumsal yaşam kuralları anlatılmakta. Örneğin çalma, öldürme, yalan söyleme, aldatma gibi.

Biz insanoğulları ise öncelikle inanışların sözde taraflarının, sözde ehillerin saptırmalarıyla başlayan ve milyonlarca hal ile süren sözde zekâ göstergelerimizle intihara sürüklenmeye devam etmekteyiz, işte bahsettiğim istikrar bu. Bir din hocasının “Hristiyanlığı papazlar, Yahudiliği hahamlar ve İslam’ı hocalar saptırıyor” sözünü daha öncede ifade etmiştim. Zaten bakıldığında ateistler ile inananların ortak noktası, inançlara ve öğretilerine aykırı davranmak gibi görünüyor.

Hayatta her şeyin bir kırılma noktasının varlığını defalarca kes tecrübe etmemize rağmen, umursamazlığa devam ediyoruz. Hz. Nuh’un öğretilerini, tufanın nedenlerini değil gemisinin yerini arıyoruz ısrarla. Lut kavminin helakını bir konu içine hapsediyoruz. Firavunun secde eden cesedini sergiliyoruz, neden, nasıl secde ettiğini sorgulamadan.

Dünyayı tükettiğimizi unutalı çok oldu. Her şekildeki atıklarımızla tabiatı katlettiğimizi, suların kuruduğunu, toprağın, havanın kirlendiğini, oksijenin yetmez olduğunu unutuyor, bu kirli ortamda gezen, kirlenmiş topraktan, sudan beslenen tavukların yumurtasının organik olduğunu reklam ediyor, fiyat farkı uyguluyoruz etiketlere.

Yediğimiz bir tas yemek, yattığımız 2 metrekare yatak, gittiğimiz on adımda doyuramadığımız nefislerimizin daha tutkusu ile lükslere dalıyor, bu lüksler için intihara koşuyoruz. Geçici olan sözde güzelliklerimizle veya o güzellikler uğruna yaptığımız sayısız hileleri başarı sayıyoruz. Yaşantımızı cennet konforuyla donatmaya çalışırken, içinde olduğumuz dünyayı cehenneme çeviriyoruz.

İsmimizin ardında kalması gerekirken, büyük puntolarla ismimizin önüne taşıdığımız titrlerimiz, seslenirken vurguladığımız unvanlarımız uğruna yaratıcıya kafa tutuyoruz.

Tüm insanlığın övündüğü tarihin, tüm din insanları, iş insanları, devlet adamları, imparatorlar, krallar göçüp gitmişken bu diyardan, bizlerde diyarı yıkıma sürüklüyoruz.

Menfaatlerimiz uğruna yandaşı olduğumuz yanlışların bedelini, göz nurumuz çocuklarımızın ödeyeceğini muhakeme edemiyoruz.

Anlamsız savaşların sonuçlarını, zafer olarak kutluyoruz.

Eğitimin ve planlı politikaların sayesinde hayat bulan dejenerasyon meyvelerini veriyor.

Babalı, kızlı yapılan anlamsız yarışmalar, analı, oğullu yapılan anlamsız programlar, biri bizi izliyor, onlar, bunlar mutfakta, eşler yarışmada derken sizin de bildiğiniz dizilerinde katkısıyla bugün aile kavramı, ahlak kavramı, toplumsal yaşayış, ortak payda, paylaşım gibi değerlerimiz de can çekişir oldu. 15 dakikalık ün için, sayısız hayatlar son buldu. Evlatlarında hatırı kalmamış anneler, babalar, dedeler, nineler, büyüklerinin güzel söz, övgü ve dualarını alamamış evlatlar yığını olmadık mı?

İnanışların yozlaştırılması üzerine kültürel değerlerinde asimile edilmesi sayesinde birbirine düşman aile bireyleri, bir arada duramayan insanlar kümesi, aslında var olmayan akraba toplulukları ile sözde toplum olduk. Birçok gerçeği gösteren fakat çok hızlı unuttuğumuz, görmediğimiz pandemi sürecinde, kısıtlamalar da kimi haneler birlikte olma halinin tadına doyamazken, kimi haneler de ıssız sokaklara kaçmayı hedef yapmadı mı?

Şimdilerde aynı tarihe mensup, birlik temelinden ayrışan, ortak paydalarının sayısını bilemeyeceğimiz siyasi hareketler ve değişmez kadrolar ile sanki dejavuya devam ediyoruz.

Fiilen yaşanmakta olan yıkılmışlığın içinde, zamanı meçhul fiziki yıkıma hizmet etmeye devam ediyoruz. Ne çektin be dünya, bizlerin elinden.

Haydi, şimdi bir daha düşünelim Sayın Vekil, Sayın Bakan, Sayın Başkan, Sayın Genel Müdür, Sayın Vali, Sayın Hoca unvanlarını. Şimdi bir daha düşünelim fazlasıyla anlam kattığımız kağıt parçaları olan para için yaptığımız işlerde ki hileleri.

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi, hiçbir anına hükmedemediğimiz dünyada fırıl fırıl oluşlarımızı bir daha düşünelim.

Her şeyden ve herkesten geçtim, insan kendine mahcup olmaz mı?

Ülke gündemimiz din, laiklik ve dua eden insanlar. Ne kadar taze bir konu, ne kadar önemli bir konu değil mi? Yaşadığımız demokrasi, yaşadığımız din ya sanki.

Yazarımız Ahmet Çirkin “Ocakta ki Yemek Telaşı” yazısında ne güzel söylemiş yüzde yüzümüzün içinde olduğu yüzde kırkı, nasıl da özetlemiş bir fenomenin bilimsel sözü ile mevcut hali. Yazarımız Hanifi Aktaş “Geçmiş Zindanından Kurtuluş” başlıklı yazısı ile hem gündemi, hem de özlemlerimizi nakşetmiş satırlara. Ben okudum, size de tavsiye ederim.

Yazarımız ocakta ki yemeği yaktı mı, bilinmez ama biz top yekûn yakmaya devam ediyoruz gibi.

Bu dünyada, dost vefayı, yar sevdayı bilsin yeter sözüyle birlikte, düşlerimizin değil haklarımızda hayırlı olanların gerçekleşmesi duası ile.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.