DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

İs Karası-2

Sesli Dinle

Nottaki isme bir daha bir daha baktı Vedat. Her seferinde yüzünde acı bir gülümseme ile “Hey koca Albay, hayatını çöpe çevirdiğin insan seni çöpte buldu iyi mi” Diyerek iç çekti.

İs Karası-2
22.10.2021
11.920
A+
A-

Orada öylece ne kadar süre oturdu bilinmez. Ama uyuşan bedenine bakılırsa epeyce vakit geçmişti. Onu böylesine kaldırım kenarına çökertip gözlerini karşıdaki gri boyalı eski Rus yapısının çıkıntılı duvarlarına diken, kutudaki yüzük ve anahtar değildi elbette. Nottaki isimdi kanını damarlarında hareketsiz bırakan.

Gözünün içine yaş biriktiğini fark edip kimseye çaktırmadan sildi Vedat. Henüz taşıp yanaklarına akmamışken. Kader denilen şey, olayların ve insanların tesadüflerle birbirine bağlamasından başka neydi ki? Azgın bir selin üzerindeki kütüklerden ne farkımız var? Nereye gittiğimiz konusunda kimin ne fikri var? Vedat nottaki Albay Erdinç Tunçbayır ismiyle, hayat denilen nehirde nereden nerelere savrulduğunu anımsadı.

Her şey o kadar olağan, o kadar durağan, o kadar hissiz gibi duruyordu ki bu duruma çok içerledi Vedat. İçindeki kopan fırtınaya eşlik etmeliydi her şey ve herkes. Kar yağıyorsa fırtına olmalıydı, güneş var ise yakmalıydı, yağmur var ise sel olmalıydı. Ama hiçbirisi yoktu işte. Güneş vardı ısıtmıyordu, kış vardı dondurmuyordu, insanlar vardı konuşmuyordu.

Nottaki isme bir daha bir daha baktı Vedat. Her seferinde yüzünde acı bir gülümseme ile “Hey koca Albay, hayatını çöpe çevirdiğin insan seni çöpte buldu iyi mi” Diyerek iç çekti.

Kış ikindilerinin melankolik havası düşüncelerini deştikçe deşiyor, Vedat geçmişi zihninde adeta yeniden yaşıyordu. Beş sene önce Albay’ı ilk gördüğü günü düşündü. O zamanlar üstlerinin gözüne girmek ve Albaylığa terfi etmek için haftanın neredeyse beş gününü dağlarda kaçakçı peşinde koşarak geçiren gözü kara bir Yarbay’dı Erdinç…

Vedat o zamanlar hayattaki tek dostu, tek dayanağı olan Yılmaz’la bir hafta sonu iki günlüğüne şehirden uzaklaşmak istemiş ve Gelindağı’nın sınıra bakan yamacına ufak çadırlarını kurmuşlardı. Yılmaz okumuş adamdı, Vedat ise çabuk kavrayan, öğrenmeye açık iyi bir dinleyici… Böyle olunca Yılmaz fırsat buldukça Gelindağı’nın sınıra bakan yamacına kamp kurar, Vedat’ı da yanına alır sabahlara kadar sohbet ederlerdi. Bu sefer de öyle olmuş, Yılmaz anlaşılmanın verdiği hazla anlattıkça anlatıyordu Vedat’a. Yine koyu bir sohbete tutulmuşlardı ki bir anda ve peş peşe patlayan silah sesleri ile neye uğradıklarını şaşırdılar. Dağın üst tarafından Yarbay Erdinç ve askerleri kaçakçıların üzerine yaylım ateşi açıyor, alt tarafından Kurtuca deresi kenarında katırlarını sulayan kaçakçılar ise karşılık veriyordu. Vedat ve Yılmaz ilk şoku atlatır atlatmaz az ötelerindeki çukura kendilerini zor attılar. İki ateş arasında kaldıklarını vızıldayan kurşunların tepelerinden geçerken çıkardığı seslerden anlayabiliyorlardı. Birkaç saat süren çatışma sonrasında silah sesleri seyrekleşmiş ve nihayetinde Yarbay Erdinç’in o gür sesi duyulmuştu “Teslim olun!”.

Muhtemelen mühimmatları tükenen ve tüm arkadaşlarını çatışmada kaybeden iki kaçakçı üzerlerinde beyaz atlet ve don kalacak şekilde tepeye doğru eller yukarda tırmanıyorlar, bir yandan da sürekli “Teslim oluyoruz.” Diyerek bağırıyorlardı. Bunun üzerine askerler de tepeden onlara doğru hilal oluşturarak iniyor, yavaştan kaçakçıları çembere alıyorlardı. Nihayet askerler ve kaçakçılar Vedat’la Yılmaz’ın saklandıkları çukurun az ilerisinde buluşmuşlardı. Bu esnada Yılmaz usulca kafasını çukurdan kaldırmış ve olan biteni anlamaya çalışıyordu. Yarbay Erdinç ve iki kaçakçı karşı karşıya gelmişlerdi. Arkada ise neredeyse bir tabur asker elleri tetikte göz bebekleri çatışma heyecanından irileşmiş bir şekilde bekliyordu. Yarbay Erdinç de beylik tabancasını kaçakçılara uzatmış, tam önlerinde dikiliyordu. Zaferin ve hırsının etkisiyle kaçakçıların yüzlerine alaysı bir gülümseme ile bakarken o an karşısında aciz bir şekilde don atlet bekleyen iki kaçakçıdan –üstelik askerlerinin önünde- hiç beklemediği bir aşağılanmaya maruz kalmıştı… Kaçakçılardan birisi suratına tükürünce oracıkta iki kaçakçıyı infaz etmişti. Sonrasında ise yazıcı askeri çağırarak iki kaçakçının çatışma esnasında öldürüldüğünü zabıtlara geçmişti. Tüm bu olanları kanı çekilerek izleyen Yılmaz, Vedat’ın yanına çömelerek askerler gidene dek tek kelime konuşmamıştı. Sonrasında apar topar şehre inmişler ve bir süre kimseye hiçbir şey söylememişlerdi.

Fakat içlerindeki vicdan azabı ve özellikle Yılmaz’ın haksızlığa gelemeyen yapısı ağır basmış, olayı ayrıntılarıyla anlatan bir ihbar mektubu kaleme alarak savcılığa postalamışlardı. Çok geçmeden ikisi de ifadeye çağırılmış olayı bizzat savcıya anlatmışlardı. Fakat savcının olayı ört bas etme çabasını, babacan yaklaşımı altında gizlenen gizli tehditkâr havayı sezinlemişlerdi. O an bir anlam veremedikleri bu durumu daha sonraları savcı ve Yarbay’ın ahbaplıklarının çok eskilere dayandığını öğrenince olan biteni kavramışlardı. Çok geçmeden Yarbay Erdinç, Yılmaz ve Vedat’ın peşine düşmüş, onları sindirmek için her yolu denemişti. Vedat bir şeyleri değiştiremeyeceğini anlayınca iyice içine kapanmış, sabahın ilk ışıklarından gece saatlerine sokak sokak kâğıt toplayarak herkesten ve her şeyden uzaklaşmayı seçmişti. Yılmaz, inatçı yapısı ve engel olamadığı gururu ile Yarbay’ın yaptıklarını sesini duyurabildiği her yere anlatmaya çalışmıştı.

Vedat’ın suskunluğu Yılmaz’la da arasını açmış, çok geçmeden Yılmaz’ın evinde ölü bulunduğu haberi Vedat’a ulaşmıştı. Haberi getiren Fahri, Yılmaz’ın uyuşturucudan öldüğünü şaşkınlıkla anlatıyordu. Sık sık “Nasıl yahu, Yılmaz? Uyuşturucu?” Diyerek şaşkınlığını yüksek sesle dile getirip Vedat’tan bir onay bekliyordu. Vedat hiç konuşmadan başını öne eğmiş beyninin içindeki uğultuyu, yüreğindeki korkuyu bastırmaya çalışıyordu. Yılmaz’ın uyuşturucu kullanmadığını en iyi Vedat biliyordu. Bu savcı ve Yarbay’ın tezgâhıydı. Haykırmak istiyordu fakat aynı sonla karşılaşacağına emindi. Yılmaz’a bu olayın sonunu defalarca anlatmış ama dinletememişti. Yılmaz her seferinde Vedat’ı korkaklıkla suçlamıştı…

O günden sonra Vedat’ın başka dostu olmadı. Tütün sevdası olmasa Murat’la da arkadaşlık etmezdi ya Allah biliyor. Her sabah küfür gibi bakan gözlerle soba isinden kararmış duvara manasız bakışları da bundandı ya onu da Allah biliyor…

Yüreğini dağlayan bu düşünceler, cebinde geçmişin perdesini açmış bir kutu ve önünde bilinmezlikler silsilesi ile evin yolunu tuttu Vedat…

(Devamı haftaya)

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.