DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

İnsandan Nisyana

Sesli Dinle

Unutmadan, “Kitabın adı neden Bülbülü Öldürmek?” diye soran dostları duyar gibiyim. Ancak kitabın içindeki o güzel havanın bozulmaması adına, satırlara henüz icabet etmemiş güzel okuyucular için küçük bir giz olsun bu sorunun cevabı.

İnsandan Nisyana
06.05.2021
5.900
A+
A-

HARPER LEE; “BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK”

Kaldırım taşlarının kelamlarla örüldüğü uzun bir yolculuğa çıktım. Soluklandığım satırbaşları vardı ancak yolculuğumu nihayetlendirdiğim bir durağım yoktu. Yüküme ortak olan yoldaşlarım vardı, vardığım her diyarda. Konuştuğumuzda birbirine benzemeyen onlarca dil vardı ama hal lisanı dediğimiz bir dil daha vardı ki en iyi o anlattı bizi, bize. Yolu paylaşınca yoldaşlığın kadrinden midir nedir; bütün öykülerini, bütün gizlerini, bütün eksikliklerini, “acaba kınar mı?” düşüncesi olmadan, sümen altı etmeden, ne varsa paylaştılar bu satır seyyahı ile.

İşte o yolculuklarımda yoluma yoldaş olan, satırlarına misafir olduğum kitaplardan bir tanesi “Bülbülü Öldürmek.” Pek çok kitap sayfasında gördüğüm, ismine aşinalıktan öte, hakkında bir şey bilmediğim bir kitaptı. Önce adı cezbetti elbette. Sonrasında, hikâyeye tanık olmaya başladığımda ise “işte!” dedirten kitaplardan bir tanesiydi.

1930’lu yılların Amerika’sında geçen bir öyküye tanığız bu defa. O yılların Amerika’sında kalmayıp 21. Asra, elimizde kutsal bir meşale gibi taşıdığımız “Ben, senden üstünüm!” duygusu, bu kitapta satırların temeli.

Eşi ölünce iki çocuğuna yetişmeye ve yetiştirmeye çalışan, avukat bir babanın, siyahi birini müdafaa etmek durumunda kaldığı bir dava aslında kitabın ana konusu. Ancak biz kitapta geçen bütün olaylara sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden tanık oluyoruz. Bir çocuğun gözünden görüyoruz bir toplumu. Bir çocuğun içine sığdıramadığı kızgınlıkla izliyoruz olayları. Sekiz yaşındaki bir çocuğun adalet kavramının doğrulundan öğreniyoruz kendi adalet terazimizin eğriliğini.

Bir beyaz-siyah çatışması var bu kitapta. Toplum, sülalelerin kökenlerine göre, yaşanılan beldelere göre bir sınıflandırılma içerisinde. Kimse kimsenin tavuğunu öteye kovalamıyor ancak konu siyahiler olduğunda, işin rengi değişiyor. Katmanlaşan sosyal statünün en alt basamağını siyahiler oluşturuyor. 20. yüzyılın Amerika’sında siyahiler, duyulan geçmiş zamanın hikâyesinden kurtulamıyor. Varmışlar gibi, eşitlermiş gibi, insanlarmış gibi davranılıyor, ama ne toplumun sosyolojisinde ne sokakta ne de hukuk karşısında varlıklarını kanıtlayamıyorlar. Gerçek olan bu dünyada, bir yoklar âlemine karışmış, bir türlü çıkamıyorlar.

Beyazın siyaha galebe çaldığı bir roman Bülbülü Öldürmek. Çünkü beyaz adamın dünyası ile siyah adamın dünyası karşı karşıya geldiğinde, her zaman beyaz adam kazanıyor. Bununla birlikte insana, insanca değer verdikleri için, siyahın yanında yer alan kişilerin çektiği sıkıntılara da tanık oluyoruz bizler bu kitapta.

Sekiz yaşında bir çocuğun gözünden bütün olup bitenleri, babasının aldığı dava sebebiyle kimi zaman içinde bulunduğu toplumun bireyleri tarafından ötelenmeyi anlamlandırması, onun berrak zihnine karmaşık geliyor. Bu karmaşıklık onu bazen kendine, bazen ailesine, bazen de çevresine karşı hırçın olmaya itiyor. Ancak bu çalkantılı durumlarda yine sarıldığı, babası ve babasının inandığı, insanca duruş oluyor. Sevgili yazarın kaleminden satırlara şahit olurken pek çok yerde: “Dünyayı çocuklar yönetse nasıl olur?” diye düşünmeden kendimi alamadım.

Bu romanda renklerin çatışmasının yanı sıra 20. Yüzyıl Amerika’sında, toplumun kadına verdiği rolleri, eğitim sistemindeki çarpıklığı, tek bir din üzerinden onu algılayan zihinlerce kural ve kanunun çıkarılmasını da görüyoruz aynı zamanda.

Babalarının kendilerine, hatalarından öğrenme payı bırakmasına ve kontrollü bir yaşam alanı oluşturmasına rağmen, kadınlara yaraşan tek şeyin hanım hanımcık giysiler olduğunu ileri süren ve bu şekilde giyinmeyen, haşarı kız çocuklarının, ilerleyen zamanlarda ahlaklı bir birey olamayacağına dair görüş, kimi zaman baş edemediği, kimi zaman da kendi kalıplarından ödün verdiği bir baskı oluşturuyor küçük kahramanımızda.

Peki, bütün bunların yanı sıra, satırlarına buyur ettiği bizlere ne anlatmak istiyor Bülbülü Öldürmek?

Öncelikle ‘çocuktur’ deyip geçmemek gerektiğini; kaygılarının, fikirlerinin, cesaretlerinin ve hayallerinin, varlıkları kadar önemli olduğunun ayrımında olmak gerektiğini anlatıyor. Bireyin kendi doğruları ve ahlak anlayışının, toplumun ahlak anlayışı ya da doğruları ile çeliştiği noktalarda bile doğru bildiğimiz yolu takip etmenin, asıl kazanç olduğunu anlatıyor. İnsan denen aciz varlığın görünenin çok ötesinde hasletlerinin olduğunu anlatıyor.

Sonrasında ise, hangi dine, hangi renge, hangi kavme ya da hangi ülke sınırlarına ait olursanız olun, insan olmaktan başka bizi, diğerinden üstün kılan bir özelliğin olmadığını anlatıyor. Yunus’ça bakışta “Yaratılanı, Yaradan’dan ötürü sevmek.” Tasavvurundan başka bir şey anlatmıyor aslında.

Küçük bir kızın gözünden daha pek çok şey anlatıyor bu satırlar. İnsanca yaşamı kendine düstur eden güzel gönüllere tavsiye olsun.

Unutmadan, “Kitabın adı neden Bülbülü Öldürmek?” diye soran dostları duyar gibiyim. Ancak kitabın içindeki o güzel havanın bozulmaması adına, satırlara henüz icabet etmemiş güzel okuyucular için küçük bir giz olsun bu sorunun cevabı.

Satırlarında seyyah olduğumuz başka kitaplarda görüşmek umuduyla.

YORUMLAR

  1. Songül dedi ki:

    En çok merak ettiğim konuya değinmiş bu güzel eser. Vakit bulunca en yakın zamanda okumak nasip olur umarım.