Don’t Look Up
Asıl vazifesi gerçekleri kamuoyuna duyurmak olan medya organlarının politika ve sermaye ilişkilerinin sonucunda gerçekleri gizleyen en büyük organ haline dönüşebiliyorlarmış mesela…
Geçtiğimiz haftanın en çok izlenen yapımlarından birisi olan Don’t Look Up/Yukarı Bakma’yı izledim. Filmi izleyince bana düşündürttüklerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Filmin, sinematografik açıdan ziyade verdiği mesajla dikkat çektiğini söylemeliyim. Modern insana ve günümüz politika-büyük sermaye- medya ilişkisine ayna tutan filmde aslında hayıflandığımız birçok gerçekliği Adam Mckay’in kara komedi tadındaki üslubuyla izliyoruz. (Buradan sonra yazacaklarım spoiler içerir baştan uyarayım.)
***
Filmin henüz başında Leonardo Dicaprio’nun canlandırdığı Dr. Randall Mindy ve Jennifer Lawrance’in canlandırdığı doktora öğrencisi Kate Dibiasky adında gökbilimciler, altı ay, on gün, iki saat, on dakika ve kırk saniye içinde Dünya’ya çarpacak olan bir kuyrukluyıldız keşfediyor. Sonrasında iki bilim insanı ABD başkanını, medyayı ve tüm insanlığı harekete geçirmek için amansız bir mücadele veriyor. Çünkü ABD başkanı dünyaya yaklaşan göktaşından ziyade “Yaklaşan seçimlerle” meşgul. Filmde klasik medyayı her mevzuyu sulandırıp popüler kültür malzemesi haline getirip izlenme derdine düşerken, sosyal medyayı ise insanların ciddi ve uzun vadeli problemleri düşünmektense günlük eğlencelere dalmış amaçsız insanların toplaşı alanı gibi görüyoruz. Böylesi bir ortamda iki bilim insanı yaklaşan felaketi –üstelik tarih saat dakikası belli bir felaketi- bile duyurmakta zorlanıyor. Hatta Kate TV ekranında sunucuların vurdumduymazlığına daha fazla dayanamayıp “Hepimiz öleceğiz” diye haykırıyor ve Kate’in bu durumu daha çok alay edilmesine ve ciddiye alınmamasına neden oluyor.
Nihayet göktaşı gökyüzünde belirince insanlar durumun ciddiyetini kavrıyor fakat bu sefer de siyasetle içli dışlı olmuş, en ciddi meselelere bile yön verici konuma gelmiş büyük teknoloji şirketi CEO’su Peter Isherwell durumu lehine çevirerek göktaşına müdahale edilmesini engelliyor. Göktaşında bulunan zengin minarelleri kullanarak daha da zengin olmayı hedefliyor ve politikacıları da bu yönde ikna etmeyi başarıyor. Sonrasında olaylar sarpa sarıyor ve film Mckay’in tarzıyla örtüşür biçimde son buluyor.
Filmin bana düşündürttükleri ise şunlar;
Koca koca devletleri yöneten politikacılar, sanıldığı kadar zeki ve ön görülü ya da seçkin insanlar olmayabiliyorlar. Çok basit kaygıları, sığ dünya görüşleri ve sinir bozucu umursamazlıkları olabiliyor.
Büyük sermayedarlar politikaya politikacılardan daha çok yön veriyor. Sermayelerini artırmak için “çılgın” denilebilecek kararlar almakta gözü kara olabiliyorlar. Kar hırslarını örtmeye çalıştıkları tüm soslu icraatlere ve sosyal sorumluluk projelerine rağmen…
Asıl vazifesi gerçekleri kamuoyuna duyurmak olan medya organlarının politika ve sermaye ilişkilerinin sonucunda gerçekleri gizleyen en büyük organ haline dönüşebiliyorlarmış mesela…
Sosyal medya klasik medyadan daha şeffaf haber alma mecrası haline gelmiş olsa da orada da her şeyi bağlamından kopartıp küstahça bir alaycılıkla ele alma eğilimi olabiliyormuş.
***
Dünyayı yakın zamanda bir göktaşı felaketi beklemiyor belki de ama bilim insanlarının her fırsatta dile getirdiği “iklim krizi” üzerine endişelenmemiz gereken acı bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Bunların dışında açlık, yoksulluk, yolsuzluk, gelir adaletsizliği gibi kronik sorunlarımız da yerinde duruyor.
Daha doğrusu kafamızı kaldırıp “Yukarı bakmamızı” bekliyor.
Kafamızı kaldırıp yukarı bakacak hal mi bıraktılar?
Fakirlestirdiler vatandaşı.