DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Hayyam’ın Hayaleti

Bu hafta Türkiye gündeminde o kadar can sıkıcı hadise yaşandı ki… Oturup onları tekrar öfkeyle size yansıtıp üzerimden atmaktansa, Hayyam’dan sessiz sedasız -ama yarattığı etki sebebiyle de bir o kadar gürültülü- dörtlükler paylaşayım istedim.

Hayyam’ın Hayaleti
12.08.2022
9.230
A+
A-

Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde;

Ne yazık, çeşmeler cimrilerin elinde.

O canım Türk güzeli kömür gözleriyle

Çaylakların, uğruların, eğrilerin elinde

Ömer Hayyam

Ömer Hayyam’ın bu dörtlüğü yazmasının üzerinden Dokuz Yüz küsur yıl geçmiş. Ama değişen pek bir şey yok gibi. Belki de insanlık tarihinin çok kısa dönemleri hariç geri kalan her zaman diliminde durum bundan ibaretti. Pişmiş ekmek çiğlerin elinde, çeşmeler ise cimlerin elindeydi. Her dönem bu çarka çomak sokmak isteyen vicdanlı insanlar da oldu elbette. Bir şeyleri tamamen değiştirmeye güçleri yetmedi belki ama muktedirlerin de onları değiştirmeye gücü yetmedi. İnsan bu, özü aynı, arzuları aynı, istekleri aynı… Değişen zaman, değişen mekân, değişen araçlar amma, insan aynı insan…

Bir değişmezlik ispatına daha yine Hayyam’dan bakalım öyleyse…

“Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeye,

Altınları gümüşleriyle övünmeye.

Tam işleri dilediği düzene girer:

Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye”

Keşke mezarlıklarda yatanlar arada bir dillense de biz ölümü bekleyenlere yaşamı anlatsalar. Geride bıraktıkları gümüşlerini, altınlarını, eşlerini, kudretlerini, yarım kalan hayallerini, kızgınlıklarını, kırgınlıklarını, aldatmışlıklarını ve de aldanmışlıklarını anlatsalar. Anlatsalar da biz henüz ölmemişler/ölememişler ölüme de yaşama da daha hakikatle bakabilsek. Övündüğümüz ve dövündüğümüz şeyleri tekrardan gözden geçirebilsek…

Hayyam’ın asırlar ötesinden gelen dörtlüklerinin güncelliğini koruması, bana bazen ümitsizlik bazen de ümit veriyor. Ümitsizlik vermesi, neredeyse insanlık tarihi ile yaşıt dertlerin halen var oluşundan. Ümit vermesi ise, neredeyse insanlık tarihi ile yaşıt, onurlu, zeki ve güzel insanların var oluşundan.

Bu hafta Türkiye gündeminde o kadar can sıkıcı hadise yaşandı ki… Oturup onları tekrar öfkeyle size yansıtıp üzerimden atmaktansa, Hayyam’dan sessiz sedasız -ama yarattığı etki sebebiyle de bir o kadar gürültülü- dörtlükler paylaşayım istedim.

Hayyam’dan bir dörtlük de bu haftanın incilerinden olan bir din adamına yollayıp yazımı noktalayacağım. Sözünü ettiğim din adamı son dönemde sosyal medyada oldukça popüler. Onu popüler yapan şeyin ülkedeki yoksulluk, yolsuzluk, liyakatsizlik, adaletsizlik konularına getirdiği itirazlar olmasını çok isterdim. Ama o itiraz tercihini kadınların kıyafetinden, insanların vücutlarına yaptığı dövmelerden yana kullandı. Oysa bir din adamı olarak o konuya gelene kadar itiraz etmesi gereken bir ton mesele vardı. Ama ondan öylesi bir itiraz beklemek de fazlaca iyimserlik olurdu. Kuru bir iyimserliktense acı gerçekleri onun yüzüne vurmak en güzeli…

“Seni kuru softaların softası seni!

Seni cehenneme kömür olası seni!

Sen mi Hak’tan rahmet dileyeceksin bana?

Hakka akıl öğretmek senin haddine mi?”

YORUMLAR

  1. Sevda dedi ki:

    Harika bir yazıydı kalemine yüreğine sağlık kardeşim