DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Hayvanlı Hoca

Derviş Yunus’un çıkıp gittiği o günden dört, belki beş insan ömrü sonra Yunusun geçip gittiği, ayak izlerinin kaldığı çorak bir İç Anadolu beldesine bir zat gelmiş.

Hayvanlı Hoca
26.05.2021
6.273
A+
A-

Rivayet ve hikaye o ki samimiyetlerini, manevi derecelerini ve aşklarının şiddetini Cenabı Rabbin bildiği Allah dostlarından bir dost; aşıkların aşığı, doğruların doğrusu, Allah dostlarının en kıymetlilerinden olan hatta ve hatta Mübarek ve Gönlü deniz derya olan Mevlâna Hazretlerinin; “Sufi makamında nereye çıksam şu Türkmen kocasının ayak izlerini gördüm.” Dediği Derviş Yunus; namı diğer Bizim Yunus kendinde manevi bir ilerleme kaydetmediğini düşünüp, hocasına yük, dergahına zül olduğunu aklından geçirip, için için üzüldüğü bir gece, namazını ve zikrini tamamlayıp, dizlerinin üstüne oturur vaziyette biricik dostu kıl seccadesinin üzerinde iken elinde tesbihi kelime tevhidi çekerken bedeni ibadetten yorgun düştükten bir kalp atımı sonra içi geçmiş uyuya kalmış. -Allah dostlarının uykusu bile ibadet bizinillah.- O anlık iç geçmişliğin tatlı mı tatlı yoksa huzursuz mu huzursuz o haleti ruhiyesindeyken rüya görmeye başlamış. Rüyasında kendini koca bir ormanın içinden sırtında heybesi ile çıkar bir vaziyette görmüş. İçinden çıktığı orman gür ve koca meşe ağaçları ile kaplıymış, ağaçlar o kadar büyükmüş ki neredeyse göğe uzanacakmış, dalları o kadar sıkmış ki yağmur damlası aşağı düşmezmiş. Dışarı çıktığında bir de ne görsün, meğerse her yere kar yağmış boy kadarınca kar olmuş. Ormanın içinde kar tanesi düşmediği için kar görünmemiş. Kar, her halde yeni kesilmiş olacak ki kar sonrası huzurlu bir sessizlik huzursuz bir dinginlik varmış. Derviş Yunus, tam o sessizlikte huzur bulacakken bir anda gözleri açılmış, rüyayı hayra yormamış. Kendisinin; olmadığını, kemale ermediğini, rüyası ile de kemale eremeyeceğini, pişemeyeceğini yorumlamış. Her zaman usulca hareket eden Yunus, hayatında ilk defa hışımla kalkıp, hırkasını, abasını sırtına geçirip çilehanesinden çıkıp dergâhtan ayrılmış. Sessizce kapından çıkarken Yunus, dergâhın köpeği karabaşı ve karabaşın yanında mırıldanan dergâhın miskinini fark etmemiş. Yanından hışımla geçen dergâhın delisi mi velisi mi olduğuna karar verilemeyen miskin meczubun; “Kar eriyorsa sıkıntı, duruyorsa esenliktir.” Dediğini dahi duymamış Yunus.

Derviş Yunus’un çıkıp gittiği o günden dört, belki beş insan ömrü sonra Yunusun geçip gittiği, ayak izlerinin kaldığı çorak bir İç Anadolu beldesine bir zat gelmiş. Köy köy şehir şehir dolanıp teberru yapar, sıbyan okutur, Allah kelamını öğretmeye çalışırmış. Konuştuğu zaman iyi ve tatlı tatlı konuşur, yumuşakça davranırmış, herkese hürmet eder, hep hüsnü zan da bulunurmuş. Din-i İslam’ı Mübin’i anlatıp emri bil maruf nehyi anil münker üzere hareket edermiş. Köylüler; “Biz kör kaldık mushafın yüzüne bakarız anlamayız o da bizi anlamaz, bari bizim çocuklar bir şeyler öğrensin.” Diye bu zatın yanına çocuklarını Kuran-ı Azimüşşanı öğrensin diye gönderir olmuşlar. Gel zaman git zaman çocuklarda çok kısa sürede inanılmaz bir değişiklik olduğunu görmüş ana babaları. Çocuklar iyi olmuş ama çocuklar hocanın evinde kurt olduğundan, çakalların gelip gittiğinden, kartalların uçup konduğundan, akreplerin çıyanların ortalıkta cirit attığından ama kimseye zarar vermediğinden bahsetmeye başlamışlar ve laflar almış yürümüş. En sonunda pazarda bir alışveriş sırasında satıcının birisi bu hocaya; “Aslanları tefle oynatıp zurna ile takla attırırmışsınız var mı bir doğruluğu?” Deyince, zat bıkkınlıkla cevap vermiş. “Madem bilindik o zaman tam bilinelim.” Diyerek arkasını dönmüş ve “Gel. Gök gürültüsü çıkara çıkara gel.” Der demez çokta uzak olmayan bir yerlerden, sanki gök yırtılırcasına kıyametler koparcasına sesler duyulmaya başlanmış. Pazardaki herkes sesin ne olduğuna anlam vermek için sesin geldiği tarafa doğru bakmışlar. Bir de ne görsünler, bembeyaz bir aslan kükreye kükreye geliyor. Öyle aslan ki bir küheylandan büyük, bacakları gürgen ağacından kalın, yeleleri at kuyruğundan uzun. Pazar ahalisi hayatlarından böyle bir yaratık görmediğinden midir? Yoksa kükreye kükreye koşmasından mıdır? Çil yavrusu gibi dağılmışlar etrafa. O koca aslan, hocanın önüne gelince sanki tekir kedisisyimişcesine bükülüp kafasını eğip sahibinin önüne uzanmış.

“Ey ahali demiş.” Hoca. “Biz, bu dünyaya da bu diyara da dilimizin döndüğü, gücümüzün yettiğince Allah kelamını anlatmaya geldik. Allah, bizi göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa nefsimizin eline düşürmesin. Hepsini anlatmaya gücüm yetmese de öğretmeye gücü yeten yanımızda gardaşlarımız vardır. Din öğrenmek isteyen, siyaset öğrenmek isteyen, ticaret, adabı muaşeret, cebir, riyaziye öğrenmek isteyen dergahımıza gelsin. Aş yapmayı bilmesem de elinde köz tutan aşçımız vardır, acıkan varsa yemeye gelsin. Yerim yok diyen varsa uyumağa gelsin. Bizim dergahımızda Allah kelamı konuşulur, sünneti seniyye üzere yaşanmaya çalışılır. Dergahımızda tefle zurnayla taklayla işimiz olmaz.” Dedikten sonra Aslanın sırtına binip dört nala koştura koştura gitmiş. Bir zaman sonra vahşi hayvanları terbiye etmek gibi bir kerameti olduğuna inanmış köylüler. Kartalları evrak vesaik taşıttırıp, yabani kurtları çoban köpeği gibi kuzu güttürmüş. Yılanları halat diye kullanır, Akreplerin zehrinden ilaç yaparmış. En sonunda vahşi hayvanları terbiye ettiği için Hayvanlı Hoca demişler.  Hocanın hem kerameti hem namı yayılmış gitmiş.

Bir gün; soğuğun insan dişlerini takırdattığı, canlıların diz bağlarını tıkırdattığı, hayvanların kaburgalarını çıtırdattığı, asırlık ağaçların dallarını çatırdattığı bir zemheri gecesi, Hayvanlı Hocanın dergahının kapısı çalınmış. Kapıyı açan derviş bir de ne görsün. Anadan üryan, uzun boylu, köse bir genç, elleri ile orasını burasını kapatmış kapının önünde bekliyor.

“Tövbe Bismillah bu karda kışta avretin, kıçın mıçın açık bu ne hal, ne arasın burada.” Derken derviş hırkasını çıkarıp adama örtmeye çalışmış gözleri kapalı el yordamı ile.

“Hayvanlı Hoca’nın dergâhı burası mı?” diye sormuş adam dişleri soğuktan takırdarken.

Yakında yayınlanacak kitabımdan bir bölüm.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.