DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Bir Yaşam Hikayesi

Geçenlerde okuduğum bir röportajda şöyle diyordu beyefendi, “ölmeden önce yapmak istediklerim arasında kendi biyografimi yazmak var”. İlk bu cümleyi okuyunca biraz egoist bir cümle gibi geldi ama sonrasında şöyle devam ediyordu cümlesine. “Keşke eski zamanlardaki şairler, yazarlar ve bilim adamları da yapsaydı bunu”.

Bir Yaşam Hikayesi
28.09.2022
4.828
A+
A-

Bu aralar yerli ve yabancı yapımlarda en popüler şey belgeseller galiba. Geçen haftalarda Haldun Dormen ve Jennifer Lopez belgeselleri ile ilgili yazmıştım. Şimdi yine bir yerli belgeselden bahsedeceğim sizlere. Ama öncesinde şunu belirtmek istiyorum ki, insanların yaşarken belgesellerinin yapılmasını öldükten sonra yapılmasından daha doğru buluyorum. Bunun sebebi hem daha doğru ve gerçek bir hikâye izleme fırsatımız oluyor hem de eğer bu belgesel çok beğenilip konuşulacaksa insanlar yaşarken buna şahit olmalı diye düşünüyorum.

Geçenlerde okuduğum bir röportajda şöyle diyordu beyefendi, “ölmeden önce yapmak istediklerim arasında kendi biyografimi yazmak var”. İlk bu cümleyi okuyunca biraz egoist bir cümle gibi geldi ama sonrasında şöyle devam ediyordu cümlesine. “Keşke eski zamanlardaki şairler, yazarlar ve bilim adamları da yapsaydı bunu”. Biz şimdi onları başkalarının kaleminden ya da yaşanılan bazı hikâyelerle dinlemek ya da anlamak zorunda kalmazdık. Bir günleri nasıl geçiyor, neler ilham oluyor ya da ne acılar çektiler bu tanınırlığa gelene kadar? Bunların hepsini en iyi kişinin kendinden dinleriz diye devam etti. O yüzden bende artık biyografi okumayı, kişisel belgeselleri izlemeyi önemsiyorum.

Gelelim bu haftanın belgeseline. Fatih Terim’i namı değer “İmparator” un hayatını anlatan “Terim” belgeseli. Bu belgeselin artık şöyle de bir özelliği var ki, yayınlandığı platformda dünya genelinde aynı anda 14 milyon izlenme ile La Casa de Papel’in rekorunu da kırmış bulunuyor. Bir Türk yapımı adına bu da ciddi bir başarıdır takdir edilmesi gereken.

Takım tutmayan biri olarak ben eskiden bazı büyük maçları izlerdim, belki popüler isimleri teknik direktör ya da futbolcu olarak bilirdim ama kimseyi şahsi olarak veya camia olarak ne derece sevilen yada sevilmeyen biridir hiç anlamadım merak da etmedim işin gerçeği.

Ama Fatih Terim ismi ve cismi aklım erdiğinden beri vardır hep ekranda Teknik Direktör olarak ki ilk Galatasaray’a geldiği yıl 1996 imiş. Yani ben 7 yaşındayım. Ondan önce Ankaragücü ve Göztepe olduğunu düşünürsek doğduğumdan beri hafızamda yer etmesi de normal.

Galiba kimilerinin çok sevdiği kimilerinin hiç sevmediği biri olabilir Terim. Ama ben yine objektif olarak belgeselde gördüklerimi ve hissettiklerimi anlatmak isterim kısaca. Adam bir kere agresif ve gergin biri. Ama verdiği tepkiler çok gerçek ve gerçekten kazanmak isteyen ve o amaçla koskoca yerli ve yabancı takımların, bunun yanında milli takımın başına getirilen bir teknik adam için bence normal. Ama bu fevriliklerle hiçbir zaman takımının hakkını yedirmemiş yada doğru bildiği yoldan bir es verip caymamış. Karar vermiş anında uygulamaya koymuş.

Büyük yenilgiyle devam eden maçlarda dahi takımına verdiği motivasyonla ve onlara olan inancını belli ederek, evet kaybetmekte var ama biz gerçekten oyunumuzu oynamalıyız deyip oyuncuları yükseltip 65. Dakikadan sonra yerine göre 118. Dakikadan sonra bile maçın kaderini değiştirmelerini sağlamıştır.

Floransa takımı ile anlaşma yaptığında ilk işi İtalyanca öğrenmek olmuş ve ilk basın toplantısına İtalyanca konuşarak çıkmıştır. İstese tercüman kullanabilirdi ki kimse bunun için onun yargılamazdı. Fakat o takımına ve mesleğine duyduğu saygıdan dolayı onlarla kendi dillerinde iletişim kurmayı kültürlerini öğrenmeyi tercih etmiştir ki bunun karşılığını da kat ve kat almıştır. İtalya halkı Terim’i çok sevmiştir ve orayla bağı kopunca çok üzülmüştür. Final maçından önce istifa edip gelse de tüm oyuncular arayıp o final kupasının Terim’e ithaf etmişlerdir bu senin başarın diyebilmişlerdir. Bu bir adamın yaptığı şeylerde doğru yolda olduğunun bir göstergesidir.

Diğer ilgimi çeken olay ise 3. Kez Galatasaray’a geldiğinde Fenerbahçe ile yapılan final derbisinde maç sonrası taraftarlar arasında arbede çıkmıştır ve sahaya inilmiştir. Galatasaray kupayı planlandığı şekilde alamamıştır ve birileri kupayı vermek için soyunma odasına götürmüştür. Fatih Terim kupayı geri gönderip hak ettiğimiz ve olması gerektiği gibi alacağız demiştir. Uzun bir süre beklemeleri gerekse de beklemişler ve kupayı Kadıköy’deki sahada olması gerektiği gibi saha ışıklarını yakmadan almışlardır.

İstifa etmekten hiç çekinmemiş yerine göre antrenmanı sırasında televizyonlar takımıyla ilişiğinin kesildiğini açıklamış ama o her zaman büyük bir Galatasaraylı olmayı sürdürmüş. Yazlığının bahçesinde dalgalanan koskoca Galatasaray bayrağıyla takımım kulübüm bana hiçbir zaman ihanet etmedi bana insanlar ihanet etti diyor.

Futbolda da hayatta olan tüm duygular ve olaylar vardır o yüzden yenilmek de üzülmekte bu oyunun parçası diyor Terim. Benim gibi adamların hikâyesi bitmez bakalım sırada hangi görev var, var bir planımız diyerek de kapatıyor perdeyi…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.