DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

PUSKA’NIN DÜŞLEDİKLERİ İHSAN OKTAY ANAR, “PUSLU KITALAR ATLASI”

Sesli Dinle

Bir yolculuk ki rivayetler bir masal havasıyla sunuluyor okuyucuya. Bir masalın içine dâhil olan okuyucu ise bir türlü uyanmıyor bu uykudan. Binbir Gece Masalları’nı andıran bir örüntünün içine giriyorsunuz bu satırlarda. Her kapı, her kelime yeni bir hikâyenin anahtarı oluyor. Her anahtar matruşka gibi yeni bir anlatı doğuruyor satırlara.

PUSKA’NIN DÜŞLEDİKLERİ İHSAN OKTAY ANAR, “PUSLU KITALAR ATLASI”
29.04.2021
9.012
A+
A-

Yıllardır içimde barınan önyargılarımdan dolayı kapısını çalmayı daima ertelediğim bir misafirlikteyim. Üniversite zamanlarında okunması zorunlu olmasına rağmen bu yargılarımdan dolayı tanışma imkânımın olmadığı bir yazardı sevgili İhsan Oktay Anar. Oysa şimdi, böylesi bir kitapla, bu denli geç tanışmama sebep önyargılarıma sitemkârım.

Puslu Kıtalar Atlası, postmodern roman olarak nitelendirilen bir roman türü. Bu tür, klasik ve modern edebiyatın temel kurallarını reddettiğinden, modern romanın içinde barınan giriş – gelişme ve sonuç bölümlerini içerisinde yer almaz.

Karmaşık bir anlatımın benimsendiği Puslu Kıtalar Atlası gibi romanlarda, olay örgüsü yerine, ana karakterin aklından geçenler detaylı bir şekilde aktarılır. Hayal içindeki hayale tanık olursunuz. Yazar, sizi kurmacanın içindeki kurmacaya davet eder ve zihninden geçenleri, izlenimlerini ön plana çıkardığı bir anlatıyı tercih eder. Bundan sebeple, belli başlangıçları ve belirli bir sonucu olmayan, ancak hayal dünyası bir hayli zengin olan bir örüntünün içine giriverirsiniz. Puslu Kıtalar Atlası da postmodernist üst kurmaca ile meydana getirilen çok zarif bir kitap.

Size bu yazımda, kitap şunu anlatıyor, diye bir cümle kurmayacağım. Zira birçok konunun etrafından pek çok şey anlatıyor bu kitap. Bu yüzden durağan bir okuyucu istemiyor. Kendisi ile hareketlenen, araştırmayı seven, kalıplarına sığmayan, kendini zorlayan bir okuyucu istiyor. Çünkü kitabın kendisi de hayalin ötesindeki hakikati deneyimlemeye çalışan, bu yüzden düşsel bir yolculuğa çıkan Bünyamin’in ve daha nicesinin hikâyesi aktarıyor.

Descartes’in “Düşünüyorum o halde varım.” Sözü, yazarın zihninde tasavvur edilen Uzun İhsan Efendi’nin, “Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız. Sizler ve içinde yaşadığınız dünya.” Sözüyle başkalaşım geçirerek karşımıza çıkıyor. Bir hayal-hakikat ikileminde ilerliyorsunuz ve kitabın ana karakterlerinden Uzun İhsan Efendi ile birlikte bir düşler yolculuğuna çıkarıyorsunuz.

Bir yolculuk ki rivayetler bir masal havasıyla sunuluyor okuyucuya. Bir masalın içine dâhil olan okuyucu ise bir türlü uyanmıyor bu uykudan. Binbir Gece Masalları’nı andıran bir örüntünün içine giriyorsunuz bu satırlarda. Her kapı, her kelime yeni bir hikâyenin anahtarı oluyor. Her anahtar matruşka gibi yeni bir anlatı doğuruyor satırlara.

Kitabın bir yerinde, “Düşlere dokunmak mümkün olabilir mi?” Diye soruyor sevgili yazar. Oysa Uzun İhsan Efendi görüntüsüyle kendi, düşlere dokunmamıza salık veriyor ve kendi düşlerine tanık ediyor bizi. Bununla da yetinmeyip yaşamaya cesareti olmadığı için düşlediğini, bu yüzden oğlu karakteri ile karşımıza çıkardığı Bünyamin sayesinde düşlerin ötesine, hakikate davet ediyor bizi. Bu daveti ise, “Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam Dünya’nın kendini hiç görebilir mi?” sözleriyle perçinliyor.

Bütün bunların yanı sıra muhteşem bir dil zenginliği var bu kitapta. O kadar güzel bir anlatım tercih edilmiş ki, satırların ne vakit akıp gittiği, ne vakit yeni bir düşü kovaladığınızı bilmiyorsunuz. Bağdat’a, Çin’e, Maçin’e düşen yolunuz, hem zengin bir anlatı hem de zengin bir hayal gücü ile o denli iç içe ve güzel yoğrulmuş ki biri olmasa bu sırça köşk tamamlanamaz gibi.

İçindeki karakterlerin isimleri ile tanış olmak için dahi okuyabileceğim bir kitaptı Puslu Kıtalar Atlası. Bin Yemin manasında karşımıza çıkan ve Yakup’un sığındığı son liman, Bünyamin; cesaretin çocuğu Efrâsiyab; bin bir meraklı, şahin bakışlı Alibâz; Ebabil kuşlarının talan ettiği Ebrehe; Zülfiyâr, Rendekâr gibi pek çok isimle edebi bir lezzet oluşturulurken, tarihten de aşına olunan bu isimlerle hemhal olunan karakterlere de atıfta bulunulmuş.

Nasıl ki bir çiçek tomurcuğa durmak için mevsimini bekler, bazı kitaplarında tıpkı o tomurcuk gibi beklediği bir mevsim vardır. Puslu Kıtalar Atlası’da açmak için kendi zamanını bekleyen tomurcuklardan bir tanesi. Okumalarını yahut okuduklarıyla kendini pişirmemiş bir okuyucunun elinde, hamlaşmış kitaplardan bir tanesi olarak kalacaktır. Bu yüzden hayat denen uzun yolda, kendi için kitapları yeni yeni yaren kılan güzel gönüllere tavsiye edebileceğim bir kitap değil.

Satır aralarında seyrüsefer ettiğimiz ömür denen şu âlemde, edebi güzelliklerle dolu bir derya ile tanış olmak dileyen tüm kitap dostlarına tavsiye olsun.

“… Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. (…) Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya’nın şahidi olmaktı.”

YORUMLAR

  1. Hüsamettin dedi ki:

    Elinize sağlık okumanız bir başka yazınız bir başka tebrikler Sevim hanım.