Maziden Atiye
Asya’dan Söğüt’e, beylikten devlete giden yolda kimi vakit tanıdık isimlerle de rastlaşıyoruz. Horasan’dan Kaya Şeyhi Ahmet Yesevi’nin hikmetleriyle hikmetleniyor, Kırşehir’e uğrayıp Ahi Evran-ı Veli ile demir dövüp, ahilere kardeş olmak için kuşak bağlıyoruz.
Yavuz BAHADIROĞLU, “MERHABA SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ”
Bir obadayım, bir kervanda… Bir kervanla düzüldüm yola. Katar katar atların, sürülerle koyunların, elleri kınalı taze gelinlerin, görklü ihtiyarların, cengâver yiğitlerin olduğu bir kervan… Bir kervan ki obasını, ovasını, yuvasını sırtında taşır diyar diyar. Vardığı toprağı yurt, vardığı devleti nimet bilir. Bir kervanla geçmişe gitmek için düştük yola. Bey otağının kapısındaki kilim açıldı ve biz, atiyi anlamak için çıktığımız bu yolda mazideyiz.
Yavuz Bahadıroğlu’nun satırlarıyla Söğüt’e, Söğüt’ü yuva tutan Ertuğrul Gazi’ye misafirliğimiz. Türkün şanlı tarihinden bir kesit Merhaba Söğüt. Osmanlı’nın tohumunun atıldığı, o tohumun çatlayıp altı yüz yıllık bir çınara dönüştüğü, dahası yüz yıldır gölgesinde serinlediğimiz Türkiye’nin oluş hikâyesine tanığız biz bu satırlarda.
Her doğum sancılı muhakkak. Her doğum meşakkatli… Merhaba Söğüt kitabında bizler, göçerken konar olma halinin doğum sancısını hissediyoruz. Kayı beyi olma yoluna giren Ertuğrul’un, kendi canından olanlarla dahi girdiği yol ayrımına şahit tutuluyoruz. Her göçüşte tazelenen yurt tutma hayaline, bu hayalin önüne çekilen setlere, düşmanın envaı çeşit oyununa, kılıçla bükemedikleri kolu bin bir kumpasla bükmeye çalışmalarına, daha nicesine tanığız bu satırlarda.
Merhaba Söğüt Ertuğrul Gazi’ye yolculuğumuz, Ertuğrul’un babası Gündüz Bey’in gaipten duyduğu bir sesle başlıyor. Bu ses ona, oğlu ve nesli hakkında telkinler veriyor. Kayı soyundan kurulacak ulu bir devletin temellerinin kendi oğulları tarafından atılacağının, peygamber müjdesinin kendi nesline nasip olacağını söylüyor bu ses. Meşakkatlerle bezeli bu yolda, umut dolu bir bekleyiş, düşmanla kıyasıya bir mücadele başlıyor. Kimi vakit kendi nefislerine karşı veriyorlar bu mücadeleyi, kimi vakit gözünü kan bürümüş Bizans’a yahut Moğal’a karşı.
Kitabın bir yerinde, “Zaman heyecan buğusuna kapılıp anlık duygularla hareket edecek zaman değildir. Zaman akılla duyguyu birleştirip, kalple beynin ortak sesini dinleyecek zamandır. Bize gönül hoşluğuyla gelecekler lazım. İğreti heyecanlar üstüne devlet kurulmaz.” Deniyor. Kayı Beyi Gündüz’ün ölümünden sonra, bey postuna oturan Ertuğrul’un, inandığı dava uğruna, ona inanmış bir avuç insanla, çoğalışını okuyoruz biz bu sayfalarda.
Kitabın öznesi her ne kadar Ertuğrul olmuş olsa da bizler sadece Ertuğrul’un hikâyesine şahit tutulmuyoruz. Kayı’yı devlet yapmada kim rol almışsa onlara da değiniyor sevgili yazar. Misal Gazi Ana ile yola düşen kervanda, kervanı nizama sokuyoruz. Yahşi Hoca’yla sohbete oturuyor; Delibozuk Hıdır ile Moğol’un oyununu bozuyor; Gündoğdu ve Sungur Tekin ile birlikte doğulan topraklara doğru bir göç yolu tutuyoruz.
Bu yüzden azdan çok olmayı, bir dereden ırmak olmayı, ırmaklardan denize karışmayı, tüm cihanı dalgalandıracak kadar okyanuslaşmayı okuyoruz biz bu satırlarda. Bu çoğalmada, ayrışmadan kalmanın, birleştirici ve bütünleştirici en önemli unsurun da Oğuz töresine bağlılık olduğunu görüyoruz aynı zamanda.
Asya’dan Söğüt’e, beylikten devlete giden yolda kimi vakit tanıdık isimlerle de rastlaşıyoruz. Horasan’dan Kaya Şeyhi Ahmet Yesevi’nin hikmetleriyle hikmetleniyor, Kırşehir’e uğrayıp Ahi Evran-ı Veli ile demir dövüp, ahilere kardeş olmak için kuşak bağlıyoruz.
Bu topraklarda yaşayan cümlesinin ders kitaplarından dahi olsa bildiği; oradan bilememişse televizyon ekranlarından kuruluşuna, dirilişine aşina olduğu, tarihin Ertuğrul sayfasından bir kesiti, güzel bir anlatımla sunuyor sevgili Yavuz Bahadıroğlu.
Bugünü daha iyi anlamak adına geçmişini bilmek dileyenlere ama bunu bilmek isterken net tarih kitaplarından usanç duyanlara, aşinalık kazanmaları adına gönülden tavsiye edebileceğim bir kitap Merhaba Söğüt Ertuğrul Gazi.
Oğuzdan, Oğuz’un yöresinden, töresinden bahsetmişken yazının hatme bölümünü Oğuz’un Bayat boyuna mensup olan Dede’m Korkut’un alkışı (dua) ile bitirelim.
“Hani övdüğümüz bey erenler?
Dünya benim, deyenler?
Ecel aldı, yer gizledi,
Fani dünya kime kaldı?
Gelimli, gidimli dünya,
Son ucu ölümlü dünya!
Yom vereyim hânım, ölüm geldiğinde arı imandan ayırmasın! Kadir seni namerde muhtaç etmesin! Ak alnından beş kelime dua kıldık, kabul olsun! Âmin deyenler, Dizar görsün. Günahınızı adı Görklü Muhammed Mustafa hürmetine bağışlasın, Hânım hey!”
Tarih kokuyor buram buram…