Işıltıyı Korumak
Korkmaktan korkuyoruz çoğu zaman ya da korkularımız yüzünden harekete geçemiyoruz. Ama o korkular da bizi biz yapan ve güçlendiren en gerçek duygumuz.
Başarmak nedir? Çabalarımız sonucunda istediğimiz sonuca ulaşmak mı yoksa o yolda ilerlerken kazandıklarımız ve önümüze çıkan ihtimaller mi? Yol alırken önümüze çıkanlar bizi hep ihtimallere sürükler ve o ihtimallerde değerlendirmemizi yapıp gitmeye karar verdiğimiz yeni yol bize yeni bir hikâyeye kapı açar. Hep derler ya “insan kendi kaderini kendi yazar” diye. Aslında bu tam olarak onu ifade ediyor. Hayatta önümüze çıkan yol ayrımlarında verdiğimiz kararlar bir sonraki hamlemizi belirliyor işte o süreçte yaşadıklarımızın hepsi de bizim kadersel yolumuz oluyor. Yerine göre korkularımız artıyor azalıyor, yerine göre umutlarımız değişiyor.
Korkmaktan korkuyoruz çoğu zaman ya da korkularımız yüzünden harekete geçemiyoruz. Ama o korkular da bizi biz yapan ve güçlendiren en gerçek duygumuz. İnsan olduğumuzu yerine göre aciz olduğumuz olaylarla da yüzleşeceğimizi unutuyoruz bazen. En son başardığımızda ise daha doğrusu başarının bizdeki karşılığına ulaşınca koskoca bir oh çekip arkamıza yaslanıp yaşadıklarımız aklımıza gelince kocaman bir tebessüm olarak yerleşiyor yüzümüze.
İşte her zaman kendimize hatırlatmamız gereken şey şimdi bize çok zor veya acı olarak görünen olay bundan belki kısa belki uzun bir süre sonra üzerinden geçince hatırladığımızda iyi veya kötü olarak hatırlayacağımız birer anı olarak kalacak.
Işıltımızın sönmesine müsaade etmeden tam yol ileri…
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek…
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması,
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti…
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz kalkanlarımızın ardında
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden
Deniz minareleri, midyeler, kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak…
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki…
En hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
Korkaklığımı, sevgi isteğimi,
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem………
Oysa bir görebilsek bunu
Kalmadı böyle insanlar demesek
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak
Kırılmaktan korkmasak
Yaralansak
Ne olur bir darbe daha alsak
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu
Denesek
Risk alsak
Yanılsak
Fark etmez…
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek
Ve kucaklaşsak yeniden…
Tıpkı eskisi gibi
Ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi
O zaman fark edeceğiz
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi
Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi…
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa
Vakit az paylaşmak, sarılmak için
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen
Sevgiye çok ihtiyacımız var…
Ufukta kara bir kış görünüyor…
Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri…
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı
Kurtulun bu yükten…
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize
Yalnızlığa mahkûm ediyor bizleri
Hem…
Hepimiz bir yıldızız…
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi… Rabindranath TAGORE