Değirmen
Gönlünü değirmen tutup, güzellikler öğüten kitap dostlarına tavsiye olsun.
SABAHATTİN ALİ
Apartmanların birbirini izlediği, beton renginin çevreyi büsbütün sardığı bir âlemde bir başkaldırı gökyüzüne bakmak. Öbek öbek bulut yığınının ardına gizlenmiş güneşi seyre dalmak. Konarını bulamamış bulutların, birbiri ardı sıra gidişine el sallamak…
Güneşin yakmadığı, rüzgârın savurmadığı bir iklimde Sabahattin Ali’nin en sevdiğim satırlarına, Değirmen’e düştü yolum. “Dinle adaşım, sana bir Çingene’nin aşkını anlatayım…” dedi. Bir satır seyyahı olarak oturuverdim cümlelerin yanı başına. O anlattı ben dinledim. Bir çeri başının gözünden Atmaca’nın aşkına tanıklık ettim. Klarnetin sesi değirmenin sesine karıştı, buğday unları arasında, sağ yeni boş değirmenci kızının, hüzne mekân durmuş gözlerinde, sevdayı ve imkânsızlığı seyrettim.
Kurtarılmayan Şaheser’de can suyu ile desteklenmeyen bir ırmağın, bir gönül harmanını sulamada ne denli yetersiz kaldığını görüp, beşeri olanın ilahi aşka dönüşümünü, kimlik ve kişilik değişimini dinledim.
Devamında yurduna, yuvasına, içinde bulunduğu dünyaya yabancı; yaşadığının farkında olmadan yaşamayı, yaşama aykırı bulan bir çift kırlangıcı anlattı. Sonra muharrir sustu Kırlangıçlar başladı; “Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: ‘Dünyada deler gördünüz?’ dese verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…” diyerek anlatmaya. Hayatı sorgularken akıp giden zamana, vaktinden önce söylenmiş sözcüklerin çiğliği ile vaktinden sonra gelen güzelliklerin bir öneminin kalmadığından dem vurmaya.
Kırlangıçlar’ın sustuğu yerde ise bir Viyolonsel başladı anlatmaya. Sevgilinin son nefesine yetiştirilemeyen bir bestenin hüznünü, sevilenin içinde kalan yarım kalmışlığı ve daha nicesini…
Birdenbire Sönen Kandilin Hikâyesi’nde; “Bazen açılır gibi olduğu halde gözlerimin üzerine tekrar düşen bu perde ne zaman büsbütün kalkacak?” dedirten kandilin sırrını, sırra vakıf ettirmeyen, ölgün yüzlü bir bekçiden dinledim.
Sevgili yazarın üç kısma ayırdığı ve birbirinden güzel hikâyelerin, içerisinde yer aldığı Değirmen’in ikinci kısmında da Anadolu’nun pek çok yerine gidip gördüğünüz, tanık olduğunuz, bize ait dokunuşlar okuyacaksınız muhakkak.
Misal Bir Orman Hikâyesi’nde, para pul için katledilen bir ormanı ve ormana hayatlarını bağlayan insanların kendilerince isyanını okuyacaksınız. Kanal hikâyesinde, bağlamanın tezenesinden dökülen ve yürekteki pişmanlık ateşinin harlayan bir türkünün eşliğinde, Anadolu’da suyun ne denli kıymettar olduğunu, geçim derdinin kardeşi kardeşe nasıl kırdırdığını okuyacaksınız. Bu da yetmeyecek, Sarhoş hikâyesiyle, keskin sirkenin küpüne verdiği zararı; Kazlar ile yoksunluğun, yoksulluğun ve kimsesizliğin ne denli zor olduğunu okuyacaksınız.
Ne Kuyucaklı Yusuf ne Kürk Mantolu Madonna ne İçimizdeki Şeytan… Sabahattin Ali’nin en kıymetli eseri bana göre Değirmen. İçerisinde farklı farklı hikâyeleri barındırmasına ve her hikâyenin kendince güzel bir dokusu olmasına rağmen, kitaba ismini veren hikâyeyi hepsinden ayrı bir yere koyuyorum bir okuyucu olarak. Çünkü o on sayfayı defaatle okumuş olsanız bile, her okuduğunuzda kalbinizde küçük çaplı bir depremin sarsıntılarını hissettirecektir. Bu hikâyede, değirmende çarkların arasına koyduğunuz şey ruhunuz ve un diye öğütülen şey ise yüreğinizden başkası değildir.
Tasvirlerle, tahlillerle döşenmiş, sonunu bilseniz dahi, her okuduğunuzda içinizi hüzne koyan müthiş güzellikte bir öykü kitabı Değirmen.
“Peki, bu kitabı neden okumalıyım?” Diye soran siz, sevgili satır seyyahları; uzun okumalardan yorulduğunuz vakit dinlenecek bir liman aradığınızda kapısına varabilirsiniz Değirmen’in. Yahut “Okumaya vaktim olmuyor.” dediğinizde her hikâyesi bir sığınak olabilir sizlere ya da içinde edebi dokunuşları olan, ruhunuzu saracak sıcak öykülere tanık olmak dilerseniz de varın kapısına. “Kitaplar yeni tanıdıklarına karşı çok ketum olurlar.” dese de hikâyesinin birinde sevgili yazar, siz yine de ön yargılı olmayın. Değirmen, gönül sofrasını koşulsuz açacaktır muhakkak.
Gönlünü değirmen tutup, güzellikler öğüten kitap dostlarına tavsiye olsun.
Dinle adaşım, sana bir Çingene’nin aşkını anlatayım…”