DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Bir Atom Güncesi

Sesli Dinle

Yol ayrılmış, görmeden, gidiyorum.” diyor ya Rahmetli Kazım Koyuncu. Çernobil’in Duası, bir şey diyemeden gidenlerin, söyleyecek pek çok kelamları olduğunu anlatıyor.

Bir Atom Güncesi
22.04.2021
5.968
A+
A-

SVETLANA ALEKSİYEVİÇ, “ÇERNOBİLİN DUASI”

Olmak istemediğim, boğazımda kocaman bir yumru ile kalktığım bir misafirlikte, Çernobil’deyim. Çernobil Duası’nda…

Herkesin yabancı bir aşinalık duyduğu, ancak derinlemesine bilmediği bir konunun yolcusuyuz. Çernobil’e gidiyorum. Sovyet Rusya’nın içindeki Ukrayna’ya.

Kitap, 26 Nisan 1986 tarihinde, Sovyetler Birliği’ne bağlı Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin, Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali’nin, 4 numaralı reaktöründe gerçekleşen nükleer patlamayı konu ediniyor. Ancak patlama anından ziyade patlama sonrasında insanların hayatlarındaki, siyasi ve sosyal yapıya olan etkiyi anlatıyor.

Yazar, kitabı üç bölümden oluşturarak kaleme almış. Her bölümde, her satır başında kendi gerçek hikâyesiyle bir kahraman çıkıyor karşınıza. Her kahraman, kendi acısının izlerine davet ediyor sizi. Olaya tanık olmuş ya da Belarus’da o zehirli havayı solumuş her canlının, öncesini ve sonrasını anlatıyor.

Sevgili yazarın belki gazeteci kimliğinden belki de kitapta yer alan olaylara, dıştan bir müdahalenin anlatılanların dokusuna zarar vereceği düşüncesinden mi bilinmez, anlatılanlar monolog şeklinde sunuluyor okuyucuya. Olaydan on yıl sonra kaleme alınan bu eser, ne yazık ki bir kurgu değil. İçinde yaşanan her acı gerçek. İçindeki her acı, yutkunamadığınız bir düğüm boğazınızda.

Bu kitapta anlatılanlar insan zihninin, algısının çok üstünde. Bir savaş hali ancak ne ile savaşıldığı belli değil. Toprakla mı, havayla mı, suyla mı?  Hiçbiri bilinmiyor. Çünkü o ana kadar zihinlerinde tasavvur edilen savaşın kalıplarına uymuyor bu yaşananlar. Toplar, tüfekler, düşmana değil, köylerini radyasyon yüzünden terk etmek zorunda kalan masum halka doğrultuluyor.

Halkı bilgilendirmesi gereken yetkililer üç maymunu oynuyor. Nükleer patlamamın kalıntılarını silmek için olaydan bihaber olan askeri birlikler, itfaiye erleri ve daha nicesi sürülüyor felaketin olduğu alana. Kimse başına ne gelecek bilmiyor. Kimse olayın ciddiyetinin farkında değil! Çünkü dünden farklı değil yaşadıkları bugün. Peki yarın?

Yarın, cehennemin fragmanı Çernobil insanları için. O patlamadan sonra sevmenin bile günah olduğu bir yer çünkü Çernobil. Orada yaşayan insanlar hasta, orada doğan bebekler mutant! Bu yüzden sevmek günah o kontemine olmuş topraklarda.

Bir kahramanlık furyası var bu kitapta. Çernobil’de savaşan herkes kahraman! Ölümün kahramanları… Kimi üç dört katına çıkarılması teklif edilen maaş için görev alıyor o bölgede, kimi barışçıl nükleerin ölüm saçabileceğine inanmadığı için,  kimi de sadece bir adı kalabilsin diye. Çünkü o topraklarda bir tek ölünce ölümsüzleşiyor insanlar. Bu yüzden sorgulamadan inanıyorlar her denilene. “Çünkü inancınızı kaybettiğinizde, inançsız kaldığınızda, artık bir şeyin parçası olmaktan çıkar, sadece iştirakçisi olursunuz, artık sebebiniz yoktur.” Yaşamlarını devam ettirebilmek için ellerinde bir sebep kalsın diye inanmaya devam ediyorlar.

Amirinden memuruna, üst düzey yetkililerden sıradan halka herkes konuşuyor bu kitapta.  Herkes döküyor torbasında ne kalmışsa. Kimi eşinin ölümünü koyuyor ortaya, kimi doğurduğu sakat çocuğunu. Kimi hastane anılarını koyarken satırlara, kimi doğduğu ancak terk etmek zorunda kaldığı, hasretini çektiği toprakları. Kimi yaşamayı düşlediği hayalleri koyarken kimileri de Çernobil insanı olmanın, kendi toraklarında öteki olmalarına sebep oluşunu koyuyor o satırlara.

Bir patlama düşünün, Hiroşima’ya atılan tipte 350 atom bombasına eşit. Ancak orada halk, bulundukları bölgelerden tahliye edilirken, terkedilen o topraklar, piyasa için ekilip biçilmeye devam ediliyor. Radyasyon ölçüm cihazlarına ters takla attıran o toprakların mahsulleri, o mahsullerle beslenen hayvanlar, bilinçli bir şekilde halkın softasına getirttiriliyor.  Çünkü memurun amire, amirin partiye vermesi gereken bir hesap var ki ülkenin insan ülkesi değil, iktidar ülkesi olduğunu kanıtlıyor Çernobil’de.

Peki, ne anlatıyor Çernobil’in Duası?

Birilerinin yıkımının, başka birilerini yıkama götüren kurtuluşu olduğunu; bilimin, bilgisiz ellerde nasıl bir kıyıma sebep olduğunu; bazı durumlarda ‘ben’ sözünü kullanmanın ne kadar elzem olduğunu anlatıyor.

“İşte gidiyorum, bir şey demeden,

Arkamı dönmeden, şikâyet etmeden,

Hiçbir şey almadan, bir şey vermeden,

Yol ayrılmış, görmeden, gidiyorum.” diyor ya Rahmetli Kazım Koyuncu. Çernobil’in Duası, bir şey diyemeden gidenlerin, söyleyecek pek çok kelamları olduğunu anlatıyor.

Hâsılı, sevdiklerini Çernobil’in kokusuna kurban vermişlere; Çernobil’i okuyup anlamak dileyenlere; ayrılan yoldan, görüp gitmeyen cesur ve güzel yüreklere tavsiye olsun.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.